1 Eylül 2024 Pazar

yollar

merhaba, 

herkesin çok iyi olduğunu umarak epey ara verdiğim yazılarıma dönüyorum... 

bazen istediği yöne gitmiyor insanın hayatı, kürekler elimizde olsa dahi kayığımız bizim hedeflediğimiz istikamete ilerlemek yerine suyun ritmine kapılıyor, sanki istemediğimiz olaylar giderek büyüyor, olmayana ergi. kimi zaman da kayalıklara çarpıyoruz. bu noktada ne yapmak lazım? yüzüp karaya çıkmak mı, yola devam etmeye çalışmak mı? şahsi ombudsmanlarımla istişare imkanım yok, kılıcım çekili, savaşa hazır durumda ilerliyorum. savaşa hazır olmak mı savaşı çağırıyor acep? bu yorucu ortamdan kurtulmak istedikçe çığlıklar artıyor adeta, tamtamlar çalıyor, arjuna oku atacak, kaçış yolları kapalı.


her zaman doğru kararı verememek eskiden üzerdi beni, kızardım da kendime, son yıllarda yanlışların beni ben yaptığını, asıl hatalarla öğrendiğimi anladım.gerçekte yanlışlar bize öğretiyor. her şeyi deneyimlemeye fırsat yok, zaman kısıtlı, yine de tecrübeler adeta altın değerinde. acı, tatlı tecrübeler... insan ne kendi beynine söz geçirebiliyor ne de kalbine. ikisi pek az ortak paydada buluşuyorlar, adeta aralarında asallar. birinin olur dediğini öbürü kabul etmiyor, beriki zorla olur dese bu kez diğeri itiraz ediyor. sanıyorum keremo'nun annesi olmak dışında tüm hücrelerimle hemfikir olduğum konular sayıca az.

hayat bir okul, her saniyesi insana bir şey öğretiyor, kabuğumu hafif araladığımda dizginler elimden kayıyor, bunun sonucu olarak daha sert kabukla kaplıyorum kendimi. kendimi tamir sürecine giriyorum, tadilattan sonra görüşmek üzere.

sevgiyle kalın



28 Ocak 2024 Pazar

Dünya Handır Han İçinde


MİSAFİRHANE

İnsan kısmı bir misafirhane,

Her sabah yeni birisi gelir

Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,

Aniden farkına varmak bir şeyin, (!)

Hepsi beklenmedik misafir.

diye Mevlana'ya atfedilen bir şiir vardır, gerçekten ona mı ait bilmiyorum; bana ünlem işareti koyduğum satır lazımdı, eklektik düşünceye saygımdan şiiri buraya misafir ettim. Ünlemli cümleye gelince, belki daha önce anlatmışımdır, hayatım sanki upuzuuuuun bir plajda otururken uzaktan bana doğru yürüyen insanların bir kısmının yanımda benimle oturması, bir kısmının hiç oturmadan geçip gitmesi bir kısmının da biraz oturup yollarına devam etmesi gibi gelir. oturanlara elbette sevgi duyuyorum lakin aralarında kalkıp gitmesini istediklerim oluyor; kalkıp gidenler arasında kalmasını istediklerim olduğu gibi. temmuz 18'de babam gitti, 2023 bize unutamayacağımız anlar yaşattı, unutamayacağımız derken bunu unutturacak acı olmamasını diliyorum. çok güzel mücadele etti, güçlü, dirayetli canım babam. hayatı boyu örnek insan oldu, son zamanlarında dahi... umarım şimdi olduğu yerde çok rahattır, acıları son bulmuştur ve mutludur. hayat onsuz daha sıkıcı, riskli, tekinsiz, güvensiz, buna bir de kafa karışıklığım eklenince epey kararsızlıklar yaşıyorum. ne kadar çok şey paylaşıyor muşuz, her an her şeyi babama soruyormuşum, şimdi kaldım mı bir başıma... sonra "demek ki hazır olduğumu düşündü de gitti" diye kendimi teselli ediyorum.

alternatif maliyet yapmak lazım, taner hoca'nın söylediği gibi "a şirketinde işe başlarsan, b şirketinde çalışamazsın, ayşe ile evlenirsen fatma ile de evlenemezsin". arada sil baştan başlamak istiyor insan, hatalardan öğrendiğini düşünüyor, sonra buna gücüm var mı diye endişe kaplıyor her yanını, alıştığım ev, mahalle, şehir ülke, bildiğim yüzler. sonra "bunları da bilmediğim, henüz alışkanlık haline gelmedikleri zaman vardı" deyip karşıt fikre hak veriyor. kafamı kaldırınca gözgöze geldiğim konfor alanı çizelgesinin verdiği huzursuzluğa "ne konforu yahu, sürekli bir mücadele içindeyim, savaş durumundayım" diye karşı çıkan bir iç dünyam var. konfor alanının buna cevabıysa "dönme dolaplardaki atlar da koşuyorlar, ama vardıkları bir yer yok, sorsan onlar da savaşta ama" diye küstahça karşı çıkıyor. görüldüğü üzere ombudsmanlarım gitse de, içimdeki hoca benimle kaldı, ben sessizleşince onun sesi daha gür çıkmaya başladı.

bugün yağmur ve müzik eşliğinde kısa bir yolculuk yaptım, kısa ama faydalı, düşünme şansım oldu, "on kişiye sorsan evinin yolunu bulamazsın" denir ya, hakikaten doğru, her kafadan bir ses çıkıyor, herkes seni senden daha iyi biliyor. "sana fikrini sordum mu" diyemiyor insan, bazen saygıdan bazen de tam tersi. buradan gelmek istediğim nokta şu; şimdiye kadar konfor alanı içinde konforsuz bir yaşam biçimim oldu, şimdi konfor alanı dışına çıkmak lazım, belki iki konforsuzluk çarpışınca ortaya şahane bir şey çıkacak "hep dünyam alt üst olmasın diyorsun ya ne biliyorsun altının üstten daha güzel olmadığını" derler ya, belki de öyle bir şeydir. hatta "işte öyle bir şey".

bu bloğu yazma sebebim yıllar sonra bunları okur mu, okursa ne düşünür, anlar mı, aralardaki yazılmamış kısımları fark eder mi? ekranı zaman zaman bir sıvı kütlesinin ardından görmeye çalıştığımı hisseder mi? insan anlaşılmak istiyor, etrafında bir kişi dahi varsa o seni anlasın istiyorsun. oysa bu gerçekten gerekli mi; sanmam. yine de bunca saçmalığa katlanma gücünü senden aldığımı bilmeni isterim. her gün yeni bir hayatın başladığını senden öğrendim, dün olmadıysa bugün daha iyi olabilir fikri senden geldi bana, sen yarınsın, gelecekle bağım. 

babacığım, seni çok seviyorum, iyi ki benim babam sensin, her gün aklımda, kalbimde, yanımdasın. bizi merak etme, elimde geleni yapıyorum, zaman zaman tökezliyorum ama ayrılık da sevdaya dahil, tezatlar birbirini tamamlar, dolayısıyla düşmek de gerekiyor, değil mi? bugün bir karar verdim, konfor alanı ve kısır döngüden uzaklaşacağım, her şey toparlanacak ama bugün ama yarın, merak etme. bitmesi gereken şeyler kendiliğinden bitmezse, her sonbahar bahçede senin yaptığın gibi, köklerini topraktan kendim çekeceğim. plana sadık kalacağım, sana söz.

tamam o zaman, rota çizip yelkenleri açmak zamanı.

- si vis pacem para bellum - barış istiyorsan savaşa hazırlan

- solvitur ambulando - sorun yürüyerek çözülür

- beneficum accipare libertatem est vendere - You Accept a Favor in return for Your Freedom


şuraya da iuliana dragomir'den bir eser bırakıyorum; the hope...



kayıt düşmek bakımından aslan başaklı bir foto da ekleyeyim; öpülmekten hafif bunalmış bir aslan...

La Vita é bella

Sevgiler








31 Mayıs 2023 Çarşamba

Memleket mi Yıldızlar mı Gençliğim mi Daha Uzak?

merhaba, epey oldu yine bu mecraya uğramayalı. hemen bu arada olanları tarihe not düşeyim...

- bir aile büyüğümüzü kaybettik, rip mr victory

- aslan efe ekibe katıldı. o kadar minnak ve güzel ki...




- epey seçimler oldu, mevcut düzen korunacak sonuçlar çıktı
- keremocum nisan ortasından beri burada, semper fidelis to you my dear, my warrior
- amor fati
- mulgere hircum; how can a male goat be milked
- eski tas eski hamam moda dur demenin vakti; nemo saltat sobrius; nobody dances sober

AUDENTES FORTUNA IUVAT - fortune favors the bold

love you all













21 Kasım 2022 Pazartesi

Just what I read today...

 To raise flowers is common thing, just God gives them fragrance. 

Bugün denk geldiğim bir videoda (tnx to youtube algorithms) ailece kurdukları çiftliği tanıtan kadın bahçesinde bulduğu taşa kazılı yazıyı okudu. "...just God gives them fragrance" unutmamak lazım.

kitap da çıkarmış, paylaşayım, burada dursun. maybe someday, somehow...



20 Kasım 2022 Pazar

21 kasım 2022

bugün küçük prensimin doğum günü, nasıl küçük prens pek çok insanın başucu kitabıysa, keremo da benim her daim başucum, zihnim, düşüncem, kalbim... tam on dokuz yıl önce bugün dünyaya geldi. hayatımı bu kadar değiştireceğini tahmin edemezdim, hele de bu kadar pozitif anlamda dönüşümümün kaynağı olacağını...

henüz on dokuz yaşında ancak yedi yıldır bir şekilde kendi hayatını kuruyor, yatılı okuyan çocuklar galiba daha çabuk büyüyorlar. hayatında eksik olan öğeleri öylesine avantaja çevirdi ki, söyleyecek, öğretecek pek bir şey bırakmadı bana.

doğum gününü dünyanın tüm sevgi ve neşesiyle kutlarken "canım keremom, bedeninde sağlık, ruhunda denge, huzur, mutluluk, cebinde umutların hiç eksik olmasın" diyorum. unutma; biz görmesek de güneş her zaman var.


sen benim şarkılarımsın, her zaman söylenecek...

21 Haziran 2022 Salı

keremo

canlarım, altı yıl önce başladığımız maceramız bu hafta 24 haziran'da, yerini yenilerine bırakmak üzere -bence başarıyla- sonlanıyor. bu süreçte sergilediği istikrar, gelişme ve çabası için bu zaferin mimarı olan keremoma binlerce teşekkür. sen her ebeveynin hayalindeki evlatsın, ne mutlu bana ki beni seçtin.

yolun her daim açık, hayatın hep aşabileceğin konularla dolu olsun. 

PER ASPERA AD ASTRA



3 Ocak 2021 Pazar

yeni bir yıl - iki bin yirmi bir

merhaba,

bugün 2021 ocak ayının üçüncü günü. karakter-sakura dinlerken bu sene ile ilgili hissettiklerimi tanımlamaya çalışıyorum. "insan plan yapar kader güler" diye sinir bozucu bir cümle var ya, hoşumuza gitmese de gerçek olduğunu bildiğimiz için asabımızı bozar.

bu sene zamanın ne kadar kısa olduğunu, heba edilmemesi gereken en önemli şeyin elimizden su gibi akıp gittiğini unutmamaya çalışacağım. "Amici, diem perdidi" dostlar, bugünü de harcadım demeyip, o günden faydalanacağım.

keremoma onu ne kadar çok sevdiğimi daha sık söyleyeceğim. unutamadağım anların beni hüzünlendirmesine fırsat vermeyeceğim. o anıların hepsi benim ve yaşarken gayet mutluydum. aklıma gelince duygusallaşmak yerine memnun olmalıyım.

keremocuğumun akademik gelişimi ile ilgili araştırma yapmam lazım, sonuçları onunla paylaşıp tercihlerinin ne olduğunu öğrenmek gerekli. çocuğum ekonomi ve bilgisayar konularına ilgili madem, deli gibi ders çalışmaktan da araştırma yapmaya zamanı yok, işe koyulmanın vaktidir. "Roma die uno non aedificata est" roma bir günde inşa edilmedi.

iki bin on dokuz ve iki bin yirmi insanlığın ortak hafızasında olduğu kadar kişisel hafızamda da derin izler bıraktı. bu yılın daha az yıpratıcı olmasını umarak herkese "haydi başlayın!" diyorum. "yaşamın temel amacı kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır" der foucault. 

"Alea iacta est" zarlar atıldı... 


4 Aralık 2020 Cuma

aklıma gelmişken

bir dönüşüm yolculuğuna başladım ben. önceki yazıda bahsettim bir lokma, affetme meditasyonu. geçmişte yaptıklarım benü bu noktaya getirdiyse, ileride istediğim noktaya varmak için temelleri şimdi atmalıyım. öyle de yaptım. malum herkesin hayatında bir şeyler yanlış veya istemediği şekilde gidiyor. ne olur siz de bugün başka bir şeyler yapmaya başlayın.

- güne müzikle uyanıın, tercihan klasikle, faulkner ballade gibi. inanın fark ediyor.

- aynada gözlerinizin içine bakın, güç orda. insanın kendinde. iki cümle söyleyiverin kendinize, içinizdeki çocuğa, sadece o ve siz varsınız, hep bir aradaydınız, her anınıza şahitsiniz birbirinizin, çekinmeyin, söyleyin içinizden geçenleri... ve lütfen içinizden güzel şeyler geçirin, kelimelerin gücü.

- başlayın, her gün hayat yeniden başlıyor, uyandığınıza göre bu gerçek sizin için de geçerli, sabah yataktan kalkınca yeni hayatınıza başlayın. hadi, birlikte yaparız, birliğin gücüne güvenin. bugün ders çalışacağım, on parmak klavye dersi alacağım ve piyano çalışmamı tamamlayacağım. siz de kendi hedeflediklerinizi belirleyin ve yürümeye başlayın.

- kendi adıma ilk adımı attım, olur olmaz o kısmını bilemem lakin şu caponya'ya taşınma ve yukarıdaki bahçeyi oluşturma hedefim baki. keremo kendi yolunda yürüyecek, ona benimle her yere gelme şartını koşamam. efom gelmez benimle, ebeveynlerimi bir şekilde alırım yanıma, cesurum ben, pek korkum yoktur. çabalamayı da severim, çaba hayatın yasasıdır.

düne ait ne varsa dünde kaldı cancağızım

bugün yeni bir şeyler söylemek lazım

nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım...

az önce barış manço'dan bir şarkı dinledim "ben nasıl unuturum seni can bedenden çıkmayınca..", arada bir yerde de "bütün hüzünlü şarkılar hatırlatır seni bana" dedi. ben de "ah bu şarkıların gözü kör olsun" diyorum, hadi bakalım. 4 aralık sabahı, hem de güneşli bir günde sonbahar hüznü yaşatan şarkılar yasaklansın.

geçen biri "olan ölene oluyor, kalanlar için hayat devam ediyor" dedi. genelleme yapılamaz bir durum bu. kendimdem biliyorum. kayıplar ve kayıp ihtimalleri...

gerçi acının anlamı yasaya karşı geldiğimizi hissettirmektir. diş ağrısı dişi kurtarmaya, ruhsal sıkıntı buhranı gidermeye iter insanı. müdahale imkanı verir. mutsuz olduğumuz noktalar hayatta bize o noktalarda sorun olduğunu anlatır. özgür irade olmasaydı acının da anlamı olmazdı. acının sebebi bir şeye dikkat çekmektir. felsefe eğitimi neyin aşağıda neyin yukarıda olduğunu gösterir. bir şeyi olmadığı yerde aramak onu aramak değildir; mutluluğu şöhrette aramak gibi. bunu özümsersek kendimizi üst bilinçle hareket eder duruma getirebiliriz. hayat çok majik, büyük, işler gerçek.

ellerde güç, kalplerde ateş (çoşku), ruhlarda ışık olmalıdır.

efocum gideli 1 yılı geçti, onu ne kadar özlediğimi, hep aklımda olduğunu biliyor mudur acaba? işte olan ölene olmuyor. o gidince yaşayanın da bir parçası ölüyor.


hüzün ki en çok yakışandır aşıklara.

yandık, yakıldık; ama hüzünden yana asla yakınmadık

ne de olsa biz mahzun bir peygamberin ümmeti değil miyiz?

hüzün taze tutar aşk yarasını.

yaramdan da hoşum, yarimden de.

şems-i tebrizi


aşk, bilgelik aşkı, içimizi coşkusuyla dolduran derin sevgi, bağlanmayı, hayatını aşık olunana göre düzenleme isteğini doğuran dürtü. çocuğuna duyduğun aşk. vazifene yaklaşımın. sevdiklerini her gün kucaklamak isteyişin hep aşktan.

pandemi ortaya çıktığından beri (mart 2020) kimseye sarılamıyor insan. elbette keremo'ya burada olduğu süre zarfında yüzlerce kez sarıldım, fırsat buldum mu kaçırmam. lakin diğer sevdiklerim ne olacak? yanımda oldukları halde sarılamadıklarım ve yanımda olmayanlar. yine efo'ya geliyor cümleler; "sıkıca sarılmak lazım sevdiklerimize, kaburgalarını hissedecek kadar sıkıca sarılmak..." demişti.

anlatamıyorum (moro romantico)

ağlasam sesimi duyar mısınız

mısralarımda

dokunabilir misiniz 

gözyaşlarıma ellerinizle?

bilmezdim şarkıların bu kadar güzel

kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

bu derde düşmeden önce 

bir yer var, biliyorum;

her şeyi söylemek mümkün

epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

anlatamıyorum.

OVK


size de olur mu, bazen tam bir şey yazacakken bir şair veya yazarın onu zaten yazmış olduğunu fark eder insan. o şiir yazılmış, o şarkı söylenmiştir, o müzik bestelenmiş, o resim yapılmış... bizim için. bizimle aynı duyguları yaşamış olanlar tarafından hazırlanmışlar, hepimiz aynıyız demek için.

bugün olanca hüznüme rağmen sevgi doluyum (nadiren böyle olurum firsatı kaçırmayıp söyleyeyim), herkesi seviyorum. her nerede şifa peşinde olan varsa bulsun aradığını. sevilmeyenler sevilsin, çocuklar güvende ve mutlu olsunlar, sağlıkları hep yerinde olsun (içimizdeki çocukların da). dün bir affetme meditasyonu yaptım, inanamayacağınız kadar etkiliydi, her saniyesinde değişimi hissediyor insan. linki şuraya bırakıyorum, istifade etmeniz temennisiyle.

https://www.youtube.com/watch?v=GQL7Vgtm6Hk

efocum, kelimelere dökemiyorum ama sakın unutma dediklerimi unutma, e mi?

sevgiyle kalın, iyileştirici ve dönüştürücü sevgiyle


keremo'nun annesi



24 Eylül 2020 Perşembe

yine sonbahar

aslında daha önce yazmış olmalıydım, şu anki karışık ruh halimle neyi hangi sırayla anlatacağım acep...

önce necdet amca'yı kaybettik. 20 temmuz akşamı aniden gitti. dünyadan bir beyefendi, bir bilge, harika gazeteci, yeri dolmaz bir amca geçti gitti. yaz tatili, Keremo'nun gelen giden arkadaşları, maskaralıkları, yaptıkları, yapmaması gerekenler, öyle böyle koca yazı bitirdik.

26 ağustos'ta okuluna döndü.

israil'de yeniden karantina başlayacağı haberi, yıllardır ertelediğim deviasyon ameliyatı tarihiyle denk düştü derken babamın acil ameliyat durumu ortaya çıktı. tüm şifa bekleyenlere mucizevi şekilde yardım gelmesini diliyorum, canım babam sana da...

17 Mayıs 2020 Pazar

17 mayıs 2020

karantinada on hafta bitirdim... efocum seni o kadar özledim ki, aklıma gelmediğin, söylediğin bir cümleyi hatırlamadığım, benim için ne kadar önemli olduğunu derinden hissetmediğim tek bir gün geçmedi...

24 ekim'de ayrıldın bu dünyadan, hala inanamıyorum. kızdım, seni suçladım, depresyona girdim, kabullendim. şimdi yine başa döndüm. senden sonra ne hale geleceğimi düşünmedin ya da önemsemedin, bilmiyorum. gözümde her an damlamaya hazır yaşlar var.

umarım seni ne çok sevdiğimi ve ne boyutta özlediğimi biliyorsundur. sana unutma sakın dediğim şeyleri tekrarlıyorum efocum... ışıklar içinde uyu, canım benim...

11 Nisan 2020 Cumartesi

mart - nisan iki bin yirmi

merhaba dostlar,

içinde bulunduğumuz pandemi, toplumsal ve kişisel hallerimizden biraz bahsetmek istiyorum... zira distopik bir yaşantının ortasındayız.

aralık iki bin on dokuzda tüm dünya çin'li bir doktor sayesinde korona virüs diye durdurulamaz bir virüsün wuhan kentinde yayılmaya başladığını öğrendi. may he r.i.p. ocak ayı itibarıyle dünyaya yayılmaya başladı, başta italya olmak üzere tüm avrupa'yı etkisi altına aldı. şubat ayı itibarıyle uçuş iptalleri ile karşılaştık. mart ayında pek çok ülke sınırlarını kapatmaya başladı. çeşitli engellerle karşılaşsak da Keremo 15 mart'ta eve geldi. bir arkadaşının ailesi "uçuşun ile ilgili sorun yaşarsan gel bizde kal, ne kadar sürerse sürsün" diyerek endişemizi bir nebze olsun giderdiler, içtenlikle teşekkür ediyorum bir kez daha. bido bize gelecekti, italya'da uygulanan sıkı tedbirler sebebiyle ülkesine dönememe riski olduğundan, neyse ki o da ailesine kavuştu. Keremo, quentin ve ailesiyle dominik'e tatile gitmek istedi, rasyonel olmadığı açıklamasıyla onay vermedim, o da uzatmadı. hoş, sonunda o seyahat iptal oldu gerçi, yine de itiraf etmek gerekirse, çok ısrar etseydi daha fazla ayak diretemeyebilirdim.

5 mart'ta eğlenceli olmayan bir konuşmayı takiben, zaten olmaması gereken şekilde işler yoluna girdi. bazen bir şeyden kurtulunca insan daha rahat, mutlu olacağını düşünüyor. ancak öyle olmayabiliyor her zaman. 12'sinde son bir konsültasyon ile işlerin neden bu hale geldiğini de anlamış olduk. o esnadan da çocuğumun 17 mart tarihine biletini aldım. sonra okuldan ayın 13'ünde gelen "kantondan acilen okulların kapatılması yönünde talimat geldi" mailiyle bileti öne çekmeye çalıştık. maalesef sevgili türk hava yolları buna izin vermedi. kardeşim sabiha gökçen'e gidip kavga dövüş ortasında bir bilet buldu, yeniden ödeme yapıp bilet aldı sağolsun. ancak bu kez de bilet okeylenmedi, çilman, dayım, yüksel ve ben uğraştık, pazar günü geldi çattı. ofis ve eve malzeme alıp babamı da ziyaret edip, Keremo'yu gece saat yarımda (artık pazartesi günü olmuştu) alıp karantinasini geçirmek üzere eve geldik.

bu arada 9 mart itibariyle evde kalma rekorumu sadece 12 ve 15 mart'ta dışarı çıkarak bozdum. bu yazıyı yazarken tarıh 12 nisan pazar ve toplam 5 haftadır evdeyim. inanılmaz.

çeşitli belgeseller kanalıyla pandemi, yayılma şekli, devletlerin karşı tedbirleri vs hepsini görüyoruz. 12 nisan akşamı saat 22.00'de ülkemiz aniden haftasonunu kapsayacak şekilde sokağa çıkma yasağı geldi. bunu duyan halk eksiklerini tedarik etmek üzere dışarı çıktı, doktorların tabiriyle "koronasını alan evine döndü".

cuma akşamı dışarı çıkanların kendilerini iki hafta karantinaya almaları tavsiye olundu, lakin işe gitmek zorunda olan insanlar nasıl evde karantinada kalacaklar? kendi adıma çalıştığım şirkete minnettarım ki bu kadar süre evden çalışmama onay verdiler.

efocum bu aralar o kadar çok aklıma geliyor ki, onunla dünyanın mevcut durumunu değerlendirmek ne şahane olurdu. yokluğunun bu kadar büyük bir boşluk bırakacağını tahmin etmemiştim, immortal olduğunu varsayıp, o şekilde davranmışım, ruhsal olarak yokluğuna kendimi hiç hazırlamamışım.

5 ve 12 mart'ta yaşadığım eğlencesiz olayı her zaman, her sıkıntılı durumuma destek olan süpermenim sayesinde kolay atlattım. nasıl başarıyor bilmiyorum, Keremo'nun bileti için yaptığı teklif, düne kadar her gün attığı eğlenceli haber, karikatür, bulmacalarla sıkılmama, bunalmama olanak vermedi. çok yaşa sipirmın.

felsefe bölümünün vizeleri 17-18 nisan tarihinde yapılacaktı, revize bilgi yok. pek çok şey muğlak, ani değişikliklere uyumlu bir hale kendimizi getirmek zorundayız. sapla samanın ayrılma zamanı geldi.






veni vidi vici diyerek ayrılıyorum huzurlarınızdan...

sağlıkla kalın pliiiizzz





















4 Nisan 2020 Cumartesi

the golden stairs

The Golden Stairs

The following set of instructions were given by Madame Blavatsky,  a Principal Co-Founder of the Theosophical Society, to some of her earnest students in London in 1888:
'A clean life,
an open mind,
a pure heart,
an eager intellect,
an unveiled spiritual perception,
a brotherliness for one's co-disciple,
a readiness to give and receive advice and instruction,
a loyal sense of duty to the Teacher,
a willing obedience to the behests of TRUTH,
once we have placed our confidence in,
and believe that Teacher to be in possession of it;
a courageous endurance of personal injustice,
a brave declaration of principles,
a valiant defence of those who are unjustly attacked,
and a constant eye to the ideal of human progression and perfection which the Secret Science (Gupta-Vidya) depicts
- these are the Golden Stairs up the steps of which the learner may climb to the Temple of Divine Wisdom.'
  H. P. Blavatsky Collected Writings, vol. XII

26 Mart 2020 Perşembe

güzel günler bizi bekler

merhaba dostlar,

koronalı günler devam... evde hapisiz, buna üzülürken, dün bir ambulans hemşiresi "keşke ben de evde hapis olsam, ne kadar güzel olurdu" dedi...
keremo çok sıkıldı evde olmaktan, odamda esirim, bu ne yaaa deyip duruyor. dünya virüse teslim, ne olur biraz daha dayan denmiyor, neticede 16 yaşında çocuk...

efo'nun gidişine artık daha az üzülüyorum, şimdi olsaydı ne kadar endişeleneceğimi tahayyül bile edemiyorum.

evde günler kolay geçmiyor, düşünüyor insan, kapıların önündeyim sanki ama açamıyorum. söylenecek çok şey var, kelimeler yetersiz. alman mı olsaydık, kelime haznemiz daha mı geniş olurdu acep...

sevgiler

14 Mart 2020 Cumartesi

COVID-19

merhaba koronalılar,

dünyayı çılgınca etkisi altına alan virüslü günler yaşıyoruz... keremo'nun son bir haftadaki plan değişikliklerini tarihe not düşülmesi açısından burada paylaşıyorum:

10 mart salı günü önce tutturdu "anne 20-21 mart'ı cenevre'de geçirip, arkadaşımın doğum gününü kutlayıp 23 mart'ta geleyim mi?" sonra "anne quentinler'le dominik'e gidip 26'sında geleyim mi" ardından "anne ben en iyisi 18 mart çarşamba geleyim, yok yok sali geleyim dedi. 12 mart perşembe "anne salı'ya bilet al" dedi. aldık. 13 mart cuma günü kantondan gelen acil haberle tüm okullar kapatılıp boşaltılacağından 15 mart pazar gününe bilet aldık. amma velakin bu kez de ne koltuk kesinleştirebildik, ne de check-in yapabiliyoruz. üstüne bir de bilet geçersiz dedi, sonra uçuşta aksaklık var dediler. herkese kolaylıklar olsun, bize de...

bir twitter kullanıcısının dediği gibi, koronayı atlatırsak, çekirge sürüsü ülkemizi istila etmezse, mart sonu gelecek göktaşı ülkemize de çarpmazsa 2021'e girmeye hak kazanacağız :-)

22 Şubat 2020 Cumartesi

insan ne ile yaşar?

selam, insan ne ile yaşar? tolstoy kitapta cevabı da veriyor, sevgi ile. ne çok şeye kadir sevgi, sonsuz fedakarlıkta bulunmaya, yorulmadan çalışmaya, sıkılmadan her duruma katlanmaya, özlemeye, beklemeye.

girişte bahsettiğim konu sevimli, optimist bir yazı geleceği fikrini vermesin. tersine hayatın ne kadar sert, bulunduğumuz çağın ne zorlu olduğundan bahsedeceğim. insanlar herşeyden, yaşamdan bile kolayca vazgeçebiliyorlar. umut kaybolmuş, körler ülkesinde tek gözlü kral.

bir tür mahşer zamanı yaşanıyor, kaygı içinde herkes, kendi paçasını kurtarmaya çalışıyor. kaotik düşünce tarzı hakim.

oysa ne kolayca içi aydınlanıverir insanın, küçük bir kıvılcım yeter görkemli bir ateş yakmaya. ussal yetilerimizle doğru yolu bulabiliriz. buddha'nın sekizli yol haritasından ne çok istifade edebiliriz. kimsenin dinden çıkması, kendini oraya buraya atması gerekmez. veri zaten mevcut yeryüzünde, takip etmemiz yeterli. beyin kıvrımlarımızı daha işe yarar şeylerle doldursak, hayat bayram olsa. hayat bayram olsa derken, her gün eğlenelim, coşalım düşüncesi değil kastettiğim. lakin daha iyi bir dünya mümkün. mümkün dünyaların en iyisi - leibniz.



şu sıralar huzur bulmak için olmak istediğim lokasyon aşağıda ilginize sunulur... sevgiyle kalın

şimdi de evrendeki en harika şey olan çocuklardan bir demetle bu yazıyı sonlandırıyorum...
bangladeşli bir arkadaşımın yeni dünyaya gelmiş minnak prensesi, çok sevimli değil mi?

yakışıklı kuzum benim, in black suit

black suit full view



31 Aralık 2019 Salı

2 0 2 0

Lütfen iki bin yirmi, senden tek ricam iki bin on dokuz yılını aratma. Evren hakkında bir yorum yapamayacağım ancak dünyamızın huzura ihtiyaç duyduğu aşikar. İki bin yirmi hepimize sevgi, sağlık, huzur, mutluluk getirsin, daha mutlu bir toplum haline gelelim dilerim.

Karmamızın bizi sınaması gerekmesin, dharma ile tam uyum içinde yaşayalım. Keremo, seni seviyorum güzel çocuğum, dualarım hep seninle...

Sevgiler

20 Aralık 2019 Cuma

Amethyst Man

merhabalar,

yine uzun süre oldu yazmayalı, sebeplerim vardı, odaklanamıyordum, yazmak istemiyordum, zamanım yok diyordum. bahane bulmak serbest, bul bulabildiğin kadar.

sonra, sonra yazmak ve tarihe not düşmek isteyeceğim günler yaşandı. buyrunuz...

efocum, antalya seyahatinde başlayan nefes darlığı sebebiyle hastaneye yattı. ziyaret ettiğimde giderek düzeldiğini görüp çok mutlu oldum. taburcu olup evine çıktı. çocukları, yalnız kalmasını uygun görmedikleri için öncelikle kendi evinde refakat ettiler, bilahare oğlunun evinde nekahat dönemini geçirmeye başladı. 

derken 19 ekim'i 20 ekim'e bağlayan gece keremom ile quentin adındaki arkadaşı 5 günlük kısa bir tatil için istanbul'a geldiler. pazar günü kahvaltı vs ardından  yağız efe ve saz arkadaşları ile buluştular. onlara katılan bir çocuk keremo'nun şapkasını yürüterek ortadan kaybolmuş. çocuğum da "haram ediyorum, taktıkça  bunu hatırlarsın" demiş. mutlu oldum, benim aksıme küfür etmeyen bir çocuğum var diye. akşam eve döndüklerinde quentin'in üstü başı kan içindeydi, parmakları hakeza, keremo'nun da parmakları. kavgaya karıştıklarını düşündüm, oysa gittikleri yerde lamba kırılmış, cam kırıkları da kesiklere yol açmış. 

pazartesi günü keremo efo dedesiyle konuştu, "yapabileceğim bir şey var mı senin için efo dede" diyerek beni çok mutlu etti. ben de konuştum, sesi nefes nefese idi ama düzeliyorum diye de ekledi.

çarşamba günü efo aradı, sesi yine nefes nefeseydi, fazla konuşmadık, otuz beş saniye, sadece otuz beş saniye. arayınca toplantıdan çıktım, çok sevindim aramasına, daha iyi demek ki diye düşündüm (ne bilecektim son konuşmamız olacağını).

yine çarşamba günü keremo ile quentin yağız efe ile yine buluştular. (burada yaklaşık 2 aylık bir ara verdim, yazmaya gücüm yoktu, kelimeler boğazıma diziliyordu, anlatması zor, bugün 21 aralık, saat 01.01, yazacak gücü anca buldum, başladım) bulundukları yerden korsan taksi ile ayrılmışlar. şoför yolda insanlara nasıl uyuşturucu ve kadın tedarik ettiğini anlatmaya başlayınca, keremo ile quentin plan yapıp yoldaki bir benzincide durdurmuşlar aracı. midem kötü diye tuvalete gitmiş quentin, 5-10 dk sonra keremo taksiye geri gelip, arkadaşım kötü, sizi de bekletmeyelim, siz devam edini biz başka bir taksi ile eve döneriz deyip sıvışmışlar o araçtan. eve gelip hikayeyi anlattıklarında buldukları çözümü çok beğendim, o şoförü de bulup güzel bir benzetmek istedim, ulan bu çocuklar daha on altı yaşındalar .................. (fill in the blanks)

aynı anda bana "milano uçuşu iptal edilmiştir" diye thy'den mail geldi. uğraşa çabalaya keremo'ya bir sonraki uçağa yer buldum. quentin'in anne ve babası uzak bir denizaşırı ülkede olduklarından onlara ulaşıp, bir sonraki uçağa bilet almalarını söyleyene kadar kalan sınırlı sayıda koltuk da bitti. thy quentin'e bilet bulamıyor, bileti bir kez değiştirdiğimiz için keremo'nun bileti de iptal etmiyor durumundaydık. şahane değil mi? neyse sonunda tekrar bilet parası ödemeyi göze alıp her ikisine de roma bileti aldık, trenle milano'ya geçersiniz, yapacak bir şey yok dedik.

perşembe dışarı çıkıp eğlendiler, akşamın bir saati tramvaydan aldım onları. eve geldik. neden saat 23 gibi quentin eşyalarını toplarken bir anda "pasaportum yok" dedi. şaka yapıyor sandık. evi talan ettik, yok. ben nasıl yurtdışına çıkar diye çözüm bulmaya çalışırken, çocuk bir yandan anne babasına uçak gönderip kendisini aldırmaları için baskı yapıyordu. yok, pasaport yok ki bulasın. annesi kimlik kartı ile de çıkacağını söylemiş, çocuk rahatladı bir anda ancak pasaportla girdiysen pasaportla çıkman gerek, kimlikle girdiysen kimlikle çıkman gerek diye huzursuz ettim hemen yeniden.

o esnada yüksel dolap üzerindeki hurçların arasına, elbise dolabının arkasına bakma önerisinden bulundu. tam o anda keremo gelip "anne intikal" ne demek dedi. polisiye düşkünü ben pasaport işinin polise intikal etmesi olarak düşündüm. gitmek, yönelmek, aktarılmak oğlum derken "efo dedem ebediyete intikal etmiş anne" dedi. kalakaldım. kalakaldım... yüz elli yaşına kadar yaşama sözü vermişti bana.

tepki veremedim. anlayamadım da önce. cumartesi bir arkadaşımla buluşacaktık, ona mesaj attım, gelemeyeceğimi söyledim, ardından yakın zamanda eşini kaybeden bir arkadaşı, çilman'ı arayıp haber verdim. sonra başka bir arkadaşı, haber vermeye gerek aslında olmayan bir arkadaşı (geleceğe kayıt düşmek için isim veriyorum; zehra). hatta bu olay neticesinde onunla görüşmenin gereksiz olduğunu anladım, kuru bir "rahmet olsun" cümlesinden. halbuki kaç kez efo ile sohbet etmiştir, evinde yemeğe kalmıştır, hatta koskoca profesöre, bilim adamına, 200 bilimsel makalesi olan, hayatı boyunca hep çalışmış, araştırmış adama "king crimson, led zeppelin dinler miydiniz hocam" diye sormuş insandır, ne umuyordum ki bilmem. padişahım baban zurna çalar mıydı? zorlamamak lazım bazı şeyleri, bittiyse bitmiştir. ardından firuz'la konuştum. o da şoke olmuştu, yine de her zaman olduğu gibi metanetliydi...

o gece ne kadar ağladım, ne kadar uyudum, uyudum mu bilmiyorum. sabah çocukları alıp yola çıktım, sabiha gökçen'e. yolda quentin "cüzdanım yok" dedi, tam avrasya tüneli'ndeyken. iyice bak dedim, nasıl yok. herşeyi topladın odanda, cüzdanını da almışsındır dedim. çocuk "yok" deyip durdu. bagajı aç içerden valizine bak dedim. bagajı açamıyor quentin, keremo gülmekten, ben sinirden tarif de edemiyoruz nasıl açacağını. bir şekilde bagaj kapağını içerden kaldırdı, valizini kontrol etti, neyse buldu. bagaj iç kapağındaki dengesizlik o günden hatıradır.

havalimanına gittik, ilk güvenlikten geçeceğiz, quentin telefonunu benim çantama koydu, tam o sırada keremo "anne telefonum yok" dedi. şaka gibiydi. inanmak istemedim. "tamam siz geçin, check-in masasına gidin, ben arabaya bakıp geleyim" dedim. otopark ayrı bir binada. koşa koşa gidip telefonu arabada buldum. o sırada annem de havalimanına geldi. çocuklar kontrolden geçip gittiler. keremo iyiydi, quentin mahsun gibiydi, çok komikti ayrılmamız, yıllardır bizimleymiş gibi gitti çocuk.

gün içinde roma'dan sağ salim milano'ya ulaştılar. ulaştılar ulaşmasına da, milano'da otel yaşlarından dolayı bunları almadı. keremo arayıp "anne parkta mı yatacağız biz, 3 kişi sokakta kaldık, ne yapacağız" dedi. oğlum bunu bir challenge olarak düşün, şimdi görevin milano'da otel bulmak, hadi başla bakalım ne yapacaksın dedim. neyse güç bela buldular da ben de rahat rahat gözyaşıma dönebildim.

cumartesi sabah -şu an, iki ay sonra yazarken bile yine aynı şeyleri hissediyorum, tam 8 hafta olmuş, tam-  hazırlandık, yüksel, çilman ve ben. cami bahçesinde efo ile karşılaştığım anı da unutmayacağım. kimse olmasaydı sarılıp ağlardım herhalde efom'a. onca insan arasında olmadı tabi. konuştum, dua ettim, ağladım. sanki hep yanımda olacak gibiydi. inanamıyorum hala.

mezarlığa gidecek gücü bulamadım kendimde. o kadar çok arkadaşımız geldi ki cenazeye, tanıyan tanımayan, ilginç bir alternatif aile oluşturmuş gibiydik. bir tarafta çocukları ve ahbapları, aile üyeleri uzak yakın, dğer tarafta biz. üzüntümüze ortak olmaya gelmiş herkese bir kez daha içten teşekkürler, herkesin kayıpları var, dedem ve babaannemden sonra, fahire teyzem, leylam, fazlı dayım, şimdi de efom.

cumartesi ağlayabildiğim kadar ağladım. pazar sabah mercan ile bir iş için toplandık, yüksel ve ben. evden çıkarken avi aradı, ağlamaktan konuşamadım, o da korktu ne oldu diye. yaşını duyunca normal karşıladı, ben hala normal karşılayamıyorum...

pazar akşam da gülserler ile buluştuk kadıköy'de. bir fasıl orada da ağladık tabi. bugün 21 aralık, gözyaşım dindi, ancak ne sözleri gidiyor aklımdan, ne de onu düşünmediğim bir gün geçiyor. efo ne biçim bir can yoldaşı olmuş bana.

bu yazı hiç planladığım gibi olmadı. gözyaşım da dinmemiş, yalan. pusuda bekliyormuş, bir zaafiyet anında ortaya çıkıverdi...

2017, 11 kasım, süleymaniye




2017, 6 aralık, ahşap yakma öğrenirken...

2018, 5 mayıs



2018, 8 mayıs, gülhane-arkeoloji arasındaki duvarın önü

2018, 8 haziran, dernek eflatun çay bahçesi. her iki eflatun da...


yorumsuz

6 Eylül 2019 Cuma

Adonis

selam spartalılar,

küçük Adonisim'in yeni eğitim yılı başladı. okuluna gitti. ben de bu yeni yıla kendimce uyum sağlamaya karar verdim. bu sene ben de okula başlayacağım ve, onun dediği gibi "kendimi oyalayacak" şeyler bulacağım.

okul, yeni bir dil, belki yoga... gelecek kaygısı ve mevcut durum endişesi için bunlar deva olabilir mi acep?

long live rap moduna geldim, kendimi tutamayıp yazmamak gerekenleri ortaya dökmemek için; ciao, ci vediamo quando torni diyorum. Adonisciğimi de şuracığa iliştiriyorum

19 Mayıs 2019 Pazar

19 Mayıs 2019

merhabalar,

burada bahsedip kimsenin keyfini kaçırmak istemeyeceğim pek çok şey oldu. insan unutmuyor ama alışıyor. evet pek çok şeye alışıyoruz. hayat ne garip, aslında her birimiz güçlüyüz, karşılaştığımız günlük olaylar, yürümek zorunda olduğumuz yollar, karmamızın karşımıza çıkardığı sınavlar, öğrendiğimizde bir daha tecrübe etmeyeceğimiz deneyimler. herkes sinirleniyor, üzülüyor, özlüyor, bununla nasıl başa çıktığım, bu esnada nasıl davrandığım önemli.

uzun süre sonra yine belli bir kişiyi hedefim olarak seçip ona sinir olma, her hareketinin gözüme batması şeklindeki davranış biçimine yine girdim. bu sarmaldan 2017 haziran sonundan itibaren kurtuldum sanıyordum. belki de sorun diğerlerinde değil bende, onların hareketlerine odaklanacağıma kendime baksam, düzeltilecek şeyleri bulup kendimle çalışsam ne faydalı bir hareket olacak.

şimdi kendimle ilgili kısa haberleri vereyim ve kaçayım...

hayat bir fırsatlar kümesi, ya deniyorsun, ya denemiyorsun. deneyince başaracağın kesin değil, denemeyince başaramayacağın garanti. ben denemeyi seçiyorum. tüm yeryüzü bizim. her yer vatan. herkes bizim gibi insan. denemeyi seçiyorum çünkü ben keremo'nun annesiyim. geçen geldiğinde, mart-nisan tatilinde "siz de çaba gösterin" dedi. haklıydı da, havuz problemi gibi değil bu, doğru orantılı, bir çocuk yüz elli birim çaba gösteriyorsa, bir anne ne kadar çaba sarf etmeli?

her şeye yeni bir fırsat olup olmadığını bilmeden atlama huyumu, ilerleyen yaşıma uygun bulmuyorum. gel gör ki içimdeki heyecanlı tip hala yaşıyor, umudunu yitirmiyor, beni de peşinden sürüklüyor.

hali hazırda işimde memnunum, umarım herkes yapmak istediği iş ile karşılaşır, mesut memnun çalışır. insanoğlu daha iyi olana meyletmeye eğilimli. aksi halde ilerleme nasıl olurdu?

bu blog kimseyle açık açık paylaşmayı düşünmediğim konuları örtülü ödenek veya isis veiled edasında yazabileceğim bir mecra oldu benim için.

umarım bir gün işi gücü, tanıdığım yeni insanları, tanıdığımı sandığım eski insanları açıkça yazacak cesareti bulurum.

şimdilik paylaşabileceğim şifreler şu şekilde:

1. dr başak akpınar
2. bedribai
3. a seven

erdemlerin sınırı yok, mehmet hoca'nın dediği gibi kaç tane aç çocuğun karnını doyurunca "tamam artık bu kadar yeter, fazlasına gerek yok" diyebilirsin ki?

long live OINA...
bu dr. basak akpınar ile yapacağımız çalışmaya gelsin...


sıralama ne denli doğru olmuş bilemezsiniz, tesadüf diye bir şey yoktur... bedribai


bu da a seven patronuma gelsin, teşekkürlerimle beraber (bu caponya düşkünlüğü nereye götürecek bakalım beni sonunda)




bu da kendime gelsin, dalgaları aşmak. neredeyse 200 yıl önce yaşamış bir sanatçı, bugün hala eserleriyle hayatta. iyi ki hayatta, dün neysek, bugün de aynıyız. yok aslında birbirimizden farkımız.