1 Şubat 2009 Pazar

s c h a d e n f r e u d e


soğuk ve puslu bir pazar gününden hepinize merhaba. öncelikle yazdığım anadilimdeki yazılarıma sabırla ( muhtemelen sözlük yardımıyla okuyup ) yorum bırakan okurlarıma teşekkür ediyorum. şu anda muhtemelen kendi kendim bir server ile konuşmakta, mesajların mütemadiyen yinelenmesinden oldukça aşikar bir durum, yine de otomatik yorum almak bile güzel :-))))

konumuza gelince; mutluluk, mutlu olma durumu.. nedir, ne değildir. bu konuyu inceleyeceğiz. herkes fikrini söylemekte serbest. ben başlıyorum; mutluluk içinde bulunması, uzun süre kalınması zor bir fazdır. hele yerleşmekse tümden imkansız. zaman zaman bulutların ardından görünen güneş ışığı gibi varlığını hissettirir ancak ebediyen elinizde tutmanız hayaldir. o kimi zaman buzdan bir top, elinizde korumaya çalıştıkça eriyip giden, kimi zaman ıslak parmaklarınızla dokunduğunuz bakır kablo, hemen bırakmak isteyeceğiniz. bazen de stp koşullarında bile edinmenizin olanaksız hale geldiği biricik kuştüyü yatağınızdır. içinde huzursuzluk da barındırır, kızgınlık, sinir, hafif endişe, merak ve itina barındırır. hepsinden birazcık. yeteri miktarda olursa tadından yenmez. herhangi birinin fazlalığında ve noksanlığında ise tadı değişir, herkesin ağız tadı farklı olduğundan kimileri farklı lezzetleri de denemeye girişebilir. yani izafi bir durumdur.

sadece mutluluk hayatın idamesine yeterli midir? bu işlerin uzmanı sayılmasam da; fikrimi söylemek istiyorum: evet yeter, mutluluk, gerçek mutluluk hayatın idamesine yeter. çünkü size güç verir, kuvvet, destek noktası verir, dayanma gücü verir, umut verir. pek çok optimist hareketin kaynağıdır. o kadar çok şey varki bu konuya dair size anlatmak isteyeceğim; kendi mutluluk kaynaklarım, mutsuzluklarım, yaşadıklarım. koca bir hafta hem tahmin edemiyeceğim kadar mutlu oldum hem de bir gökdelenin tepesinden aşağı düştüm. hepsini bir hafta içinde nasıl yaşadın diye düşünmeyin, bunlar bir saat içinde bile olabiliyor, tecrübeyle sabit. önce kendimi çok suçladım, çok saf, hatta salak, plansız, projesiz, öylesine ve dan dun, hesapsız, öngörüsüz yaşadığımı düşündüm. sonra suçlanacak başkalarını da buldum. çünkü bir hata varsa tek bir mesulü yoktur. en az iki bileşenli bir denklemdir bu muteber hata. üçüncü gün ise sorumluluğu kendimden tamamen atıp başkalarına yükledi içimdeki anaç ruh. herşeyden önce kendimizi korumalıyız ama öyle değil mi? uçaklarda dahi " önce kendi oksijen maskenizi takınız " demiyorlar mı?

şimdi mutlu olmanın ne olduğunu az çok anladıysak; o müstesna seviyeye ulaşmak için neyi göze alabileceğimize bir bakalım: işte bu aşamaya kadar mevcut olan sorulara ehven-i şer cevaplar verdiysek dahi bu aşamada paralize oluyoruz. neyi göze alabiliriz??? neyi? hayatta sanıyorum en korkak kişi benim çünkü sonunda mutlak mutluluk bile olsa oturan boğa olmanın verdiği atalet risklerden uzak tutuyor beni. neden yapamıyorum bilmiyorum. kimi zaman bahanem; karma oluyor. kimi zaman korkaklık. en son dün akşam " kar manastırı " kitabında " başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemez " yazıyordu. adeta bana bir mesaj göndermiş dharma. aslında merak etmesine gerek yoktu, çünkü benim zaten kendi mutluluğuma gidemeyişimin sebebi bu. sevdiğim insanların da sevmediklerimin de mutsuzluğunun benden kaynaklanması fikrine tahammülüm yok. oysa mutluluk bencil olmayı da barındırır derler. bencillik benim için başlı başına mutsuzluk kaynağıdır oysa. ne yapacağımı bilemeyip mutsuzluk denizinde boğulsam dahi başkalarının umutsuz hali beni mutluluğa eriştirmez.

ne yapmalı, nasıl yapmalı... herkesi eşzamanlı mutlu edecek çözüm bulmalı. nasıl bilmiyorum. aklım bu kertede karışıkken cevap bulamıyorum. zorlanıyorum. ne demek istediğimi bilmiyorum. aklımda sorular yok, sorulmamış sorulara cevaplar mevcut. sormak istediğim kendi suallerim de yok. duyacağım cevaplar hoşuma gitmeyebilir. to travel hopefully is better than arrival. gereğinden fazla sordum zati. cevapların yarısı kötüydü. diğer yarısı ise istenmeyen cevapların izlerini silemedi bile.

ey hayat sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın

hade herkes evine gitsin. bu blog işinden de vazgeçeceğim bir gün, yazmak ihtiyacında olduğum kelimelerle yayınlayabildiklerim arasında çok ciddi farklar var. artık yük oluyor sırtıma, dağarcığıma. sizi sevsem de ayrılmak istiyorum, büyüdünüz. kendi başınızın çaresine bakacak olgunluğa erdiniz. yormayın beni. sevgiyle mahsus öperim gözlerinizden :-)))))