20 Aralık 2012 Perşembe

2012'deki doğum günümüz

bu sene benim kuzum 9 yaşını bitirip, iki basamaklı!!! 10 yaşından gün almaya başladı. iki yaş öncesi yapmak istediklerinin bir kısmını yapamadı yavrum benim. artık kısmet üç basamaklılara basmadan önce inşallah :-) doğum günü için talebi "güzel bir yerde akşam yemeği" idi. yüksek ile beraber gittiler, yemekte "e artık ben ergenliğe de girerim" demiş. ne sanıyorsa. birkaç gün sonra sabah "anne seninle bir şey konuşmalıyım" dedi. bir kaldım önce. sonra "tabi, dökül bakalım" dedim. "ben galiba gerçekten ergen oldum" dedi. "nereden anladın?" soruma "melis'i sevmeye başlıyorum" diye cevap verdi. onu nasıl anladığını sorduktan sonra diyaloğun gelişmesini anlatıyorum: o: rüyamda gördüm ben: nasıl? o: ben, yiğit, cahit emre, yağız deniz kenarında yürüyorduk. ben: eee melis'le ne alakası var? o: anne ben melis'le el ele yürüyordum! ben: oğlum bugünlerde melis hakkında yalan söylediği filan gibi konulardan bahsettik ya ondan görmüşsündür. o: tamam anne, bir daha söylemez ben (!!!!!!!): oğlum insan birisini rüyasında gördü diye bu onu sevdiği anlamına gelmez ki. o (bana sarılarak): ohhh teşekkür ederim anne, beni ergenlikten kurtardın. bu komik hikayeyle okulda ergenliğin kendisinden bahsedilip ne menem bir şey olduğunun anlatılmadığını anlıyoruz. çocuğumun yeni yaşıyla ilgili beklediklerinin başında; ZEHİRSİZ BİR YILAN TARAFINDAN ISIRILMAK geliyor. bu tuhaflığı takiben geçen gün de; anne kuantum fiziğini öğrenmek istiyorum, nereden araştırabilirim dedi. iki gün önce de "anne çakralarım nerede, gösterir misin, açmak istiyorum onları" dedi. Allah tüm çocukları korusun gözetsin inşallah, benimkini de. iyilikler versin, sağlıkla donatsin onları dilerim. karlı bir istanbul gününden sevgiler keremo's mum

7 Kasım 2012 Çarşamba

soMbahar

hem yağmurlar başladı hem sonbahar. muhasebe ayı... içime çöken bakır rengi hesaplaşmaya iter beni, kendi kendimle, sevdiklerim ve sevmediklerimle. bu seneye bakınca da; 1. oldukça büyük bir sosyal değişiklik, beklenen ve nihayetinde gelen. perşembe'nin gelişi de çarşamba'dan belli değil midir? 2. yeni iş, güzel insanlar. sevdim hepsini, hem anlayışlı, hem de iyi insanlar. daha ne olsun. 3. yeni ev. iyi geldi, tam istanbul'un ortası. ölçtüm de söylüyorum :-) 4. dernek, birlik, bütünlük, çoğunluk yuvası. dünyaya geliş amacımızı arama fırsatı. tam zamanında gelmişler beni almaya. tek başına insan ancak bir kulübe yapabiliyor, daha fazlası için çoğunluk lazım. topluluğun parçası olmayınca büyük bir hedefe de hizmet edilemiyor. belki bir yazıda açarım ne demek istediğimi. 5. kalp çarpıntısı; bir mutluluk sardı beni soMbaharla beraber. mutluyum, bu ne salt işim kaynaklı, ne keremo, ne para şu bu, ne de biriyle alakalı. başka bir mutluluk bu. sanki yapmam gereken şeyleri farketmeye başladım ve de yapmaya. nasıl anlatsam da hem içimi çok da açmasam hem de söylemek istediklerimi naifçe açıklasam. sanıyorum; yapılması gerekenleri ertelememek, ortada bir iş varsa başkası yapsın dememek anahtarlardan. dilerim ifade edebilmişimdir. ertelenen işler stres kaynağı. 6. K E R E M O; ne olursa olsun salt kendi başına yenilik kaynağı. dilerim hayatı boyunca ışıksız kalmaz, rehberi hep doğruluk olur ve erdemli hayatı devam eder. canım benim daha uzun yazarım sonra. şimdilik bu kadar

15 Ekim 2012 Pazartesi

efendiiiim, yeni bir hafta, yeni bir umut, kırık bir parmak. gerçi insanın kalbi kırılmasın, değil mi? çomartesi arkadaşlarla, basketbol topu kullanarak ortada sıçan oynadık. bir an yüzüme doğru hızla yaklaşan topu gördüm, engellemek için hamle yapınca da top elimde patladı. netice: sol el serçe parmak kemiğinde kırık, 3 hafta atelle dolaşmak. başta da söylediğim gibi, gönüller kırılmasın... bundan daha önemlisi yelken yapmaya başlayan keremo D1 belgesini aldı bile :-) artık tek başına yelkenle açılabilir. var mı bundan güzel haber?

3 Ekim 2012 Çarşamba

g ü n a y d ı n

bu sabah neşeli bir giriş yapmak isterdim, okuduklarımız, duyup yaşadıklarımız buna müsaade etmiyor. kendimi bir karınca olarak görmek istiyorum, olup bitenden etkilenmeden yoluna, çalışmasına devam eden. aslında öyle değil miyiz? ne farkımız var? her durumda yoluna devam etmeli insan. en son insan dünyadan göçene kadar. aklıma gelen şeyleri hayata geçirmeye çalışıyorum, görünmez bir el beni tutuyor. içimdeki kahraman çıkmalı ve kendi hayatımı, keremo'nun hayatını yoluna sokmalı. herkesin kahramanı kendinde, öyleyse bana bunu yaptırmayan ne? korku? sanmam. tembellik? o da değil. cesaret eksikliği, özgüven eksikliği... olabilir. özgüven de etrafa güven de tükendi bende. umarım bir ışık gelir, kendimi toparlamama yardım eder, kahramanımla beraber. sevgiler...

12 Eylül 2012 Çarşamba

no comments needed

haziran'dan beri bir el midemi tutmuş durumda. üstümden bir türlü atamadığım bir stres durumu, sıcak ve bunaltıcı hava ile birleşince dayanılmaz bir hal almıştı günlük hayat. hafiften bulutların gözükmesiyle bir de edip cansever'in eylül'ün sesiyle şiiriyle biraz kendime gelirim sanıyordum, heyhat... mide hala kasılmakta. ama şiire yer var, zaten benim sıralayacaklarımı dinlemektense şiir okuyun daha iyi. eylül'ün sesiyle baylar! bin dokuz yüz seksen birdeyiz karşınızda eylülün sesi ağustosa çekildi, eylülün sesi birazdan konuşacak "bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar." tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği yosunların kapılara usulca tırmanıp yerleştiği yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar. yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden eylül ki, sorabilir mi hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar. dahası bu düğmesiz giysileri şöylece giymek bir boşluuğu giyinmek mi olur olsun işte karşınızda ekimin sesi kasımın sesi sonra yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz- bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar. her şey o kadar dokunaklı ki eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri- aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar. sonra bir kır kahvesi kendini okurken masaları toplanmış, bardakları toplanmış tam kendini okurken derim ki bir semti iyi tanımak kadar iyi tanımal dünyayı açın radyolarınızı: eylülün sesi bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar. elmalar silik silik kırmızı artık -olsun- gözlerimiz tozlanmış, kirli gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi sıkılmak iyi baylar biz hazır tuttukça böyle içi yangından alev alev dışı buz tutmuş kalplerimizi. bu dünyada kendini en mutsuz hisseden ben miyim? mutlu hissetmek ile mutlu olmak aynı şeyler olmadığına göre; mutsuz hissetmekle mutsuz olmak da ayrı şeyler midir? ben neden böyleyim, sürekli uç noktalardayım, border line durumu bu mudur? budur :-) bakmasın kimse yazdıklarıma; hiç birşey o kadar da kötü değil, her sabah yeni bir gün başlamıyor mu hepimiz için... tadını çıkarmak lazım, sakince suya bırakmalı üzüntü ve sıkıntıları. arkalarından "ohh be" demesek bile usulca yolcu etmeyi bilmeli insan. geçenlerde insan cinsi olarak kadın olmaktan mutlu olduğumu mamafih kadın olarak kadın olmaktan mutlu olmadığımı farkettim. anlatması zor, ancak böyle hisseden anlar (yani ben). o yüzden boşverin, hemen yapabiliyorsanız deniz kenarına koşup yürüyüş yapın, senenin geçen sekiz ayının muhasebesi eşliğinde. mümkünse güvendiğiniz biriyle, hatta en güvendiğiniz kişi olan kendinizle...
giderek silikleşmeye başladığımın hatta namevcut hale doğru gittiğimin ispatı fotom :-)

11 Eylül 2012 Salı

insanın bookmarkları

malumunuz ben tercüme işiyle iştigal ediyorum şu sıralar, her ne kadar ticaret seviyorum beeeeeen duygusu beynimi karıncalandırsa da, o yüzden bookmark kelimesi, mihenk taşı. geçtiğimiz cumartesi keremo ve benim hayatımda her gün karşılaşmadığımız bir değişiklik hasıl oldu. ikimizde neither sad nor happy idik. hele benim küçük adamım, cesur ve kararlı duruyordu, mutsuzluk hissi yoktu suratında. boğa burcu olan ben ise; her değişiklikte olduğu gibi bunda da bir bocaladım. değişiklik, değişme acı verici bir şey. herşey sabit kalsa isterim ben, değişmese, zaten zor alışıyorum, bir de değişiklik yapıp bunaltmayın beni diye düşünüyorum ama kaçınılmazlar yaşanıyor. geçmiş baktığımda istemediğim şeylerin hemen hepsine alışmışım, bunda da muhtemelen öyle olacaktır. kafam çok karışık, yine binlerce birbirinden bağımsız ve anlamsız fikir dolaşıyor içinde. hokkabaz mı olmalı, kış için domates salçası ve turşu mu kurmalı gibi. curiosity mars'a gitti de yerleşim planlayanlar kimin gezegenine yerleşiyorlar, gelip benden izin aldılar mı gibi. eski dost düşman olmaz, başka bir şey de olmaz. eski dost eski dost olarak kalır, bu da kulağınıza küpe olsun. bir de; if you change the way you look at things; the things you look at will change diye bir söz duydum, hoşuma gitti, siz de beğenin.
ters kupa kızı :-) i-ching'e yakın durun, eğlenceli... seneca'ya da yakın durun eğer fiziksel olmayan bir tokat yemek istiyorsanız.

2 Eylül 2012 Pazar

karmakarışık

güzel bir animasyondu, tüm masallar, kahramanlar ve olaylar içiçe geçmiş. merak eden izlesin, şu an yaşadıklarımın dış hatları aşağı yukarı anlaşılır oradan. her gün yeni bir eğlence her gün yeni bir coşku :-) bunları hatırlayıp, gülme imkanı ver Allahım, lütfen. Keremo'nun İzmit'te bir akşam ortadan kaybolup, uzun aramalarımız sonunda bir mağaza vitrininde bulunmasıyla neticelenen akşamı hatırlayıp güldüğümüz gibi. yazarken izlediğim dizide biri "ben bunu hak etmek için ne yaptım?" dedi. el cevap: hak etmek diye bir şey yok, açlıktan ölen çocuklar o durumu hak ettikleri için değil, bizim duyarsızlığımız ve kaderin birlikte yazdığı senaryonun sonucu olduğu için o durumdalar... karamsar bir akşam olduğu belli, değil mi? bol rahmaninovlar dilerim...

9 Ağustos 2012 Perşembe

Elsa - Kristal

Aragon'un bu şiiri hayatta en sevdiğim şiir olmasa da hoşuma gidiyor, hele bunca "...acı üstüne acı, kan üstüne kan / kayna kazanım kayna, yan ateşim yan..." durumlarında. tekrarbasım; buyrun, sevdiğiniz birinin gözlerinin içine bakarak okuyun, keremo bu sana, mahçuplukla... ELSA'NIN GÖZLERİ Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de/ Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm/ Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm/ Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde/ Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde/ Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer/ Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer/ Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde/ Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar/ Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince/ Camın kırılan yerindeki maviliğini de/ Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar / Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım/ Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde/ Bulup bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke/ Gözlerin Perum'dur benim Golkond'um, Hindistan'ım/ Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri/ Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın/ Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın/ Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri. insan kendisi için pek çok şeyden vazgeçebiliyor; yeni ayakkabıdan (anladığım kadarıyla hafif fetiş galiba), dinlenmekten, bir ton fırsattan da çocuk denen varlık için kısıntı yapma fikri darlandırıyor adamı. oysa ingilizler der ki bir domuza ve bir çocuğa her istediğini verirsen çok iyi bir domuzun ve çok kötü bir çocuğun olur. gerçi eğitim hakkı bu durumlardan sayılmamalı. bu sabah işe doğru yürürken kendimle ilgili bir şey farkettim, ne zaman kendimi arzın merkezine çeken dünyanın yerçekimi kuvveti x 1.000.0000 newtonluk gücün bir kısmını elimine etsem daha havalanmama fırsat vermeden yeni bir ağırlık çöküyor omuzlarıma, dur yolcu dercesine. ama hemen ardından yine farkettim ki (inanın bu cümleye başlayınca güneş açtı aniden, tesadüf mü, sanmam) uçaklar motor ve kanatlara, hali hazırda kanatlı uygarlık kuşlar ise kendi motor güçlerine ve yeteneklerine bağlı olarak uçuyorlar. yani hiç bir şey kendiliğinden yükselmiyor. uçan balon dahi içindeki helyum gazı sayesinde gökyüzünde dolaşıyorken, kendimi bıraktığım an dipteyim diye sızlanmaya zaman yok. cevabım: kendini bırakınca düşüyorsan, BIRAKMA. bilinç zaten hep olmalı, irade hakeza. iki şeyin acısı mutlaka olacak, ya disiplinin, ya pişmanlığın. hangisi tercihan??? keremo umarım sen büyüyene ve kaçık annenin ne kastettiğini anlayana kadar bu sitenin başına bir şey gelmez. o zamana dek milyon kez yazmış olurum herhalde. kuzu, tüm hücrelerim, parmaklarım (el-ayak hepsi), saçlarım (dökülmüş olmakla birlikte), velhasıl görünür görünmez tüm uzuvlarım ve ruhumla (ki ben aslında ruhtan ibaretim, bir bedenim de var tabi) seni seviyorum. sen bana armağansın. yıllar önce bir yazıda (bana atfen, böbürlenmek gibi olmasın) "dilerim tüm sevdiğim insanlar seninle tanışabilir" denmişti. ben arttırıyorum "dünya ve tarih seni tanısın, sen bir tür ışıksın, gerçekten barış, sevgi ve huzur getiren bir kristalsin". annecim, çok yaşa, sağlıklı, mutlu ve zorluk aşmalı yaşa inşallah. yürüdüğün yolda ışığın eksik olmasın...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

ruzgara ve kayaya yazmak...

(im foto keremo kardesi Hagia Sophia'ya sariliyor) uzun zamandir sinirimi ziplatmadigim sanrisindaydim, sanrisindaymisim... bu aksam keremo'yla birbirimize girdik, hic yoktan, kirdim uzdum onu. kendimi caresiz hissetmem agresiflestiriyor beni, uyumsuz ve huzursuz bir tip oluyorum. hayatta en son incitmek isteyecegim kisiyi uzuyorum. kendim daha cok uzuluyorum. bunu kayaya kazidim, unutmayayayim ve tekrarlanmasin diye. 39 yasinda insan gorunumlu bir varlik, 9 yasinda bir kuzuyu neden uzer, korkutur, aglatir. keske utanma ve uzuntu miktarimi tarif edebilsem. daha igrenc olani onun gozyaslari akmaya baslar baslamaz benim sinirimin gecmesi. fiziksel degilse bile ruhsal siddet bu. oglum affet, kendim kaynakli, evet ozunde tumu kendim kaynakli sacmaliklardan dolayi beynimi patlatip sinirimi senden cikarmaya hakkim yok. hos zaten beynim de patlamamistir kesin. hayat sadece bana mi bu kadar belirsizliklerle dolu, daha kac yil kendi kendime dusunmeye basladigim an ortaya cikan tek sey gozyaslarim olacak. hatalarin bedeli ne kadardir, kac para, kac yil, kac omur, kac kutu cymbalta? yalniz degilim, dusunmem gereken biri var derken en cok onun ayagina basiyorsan bunun telafisi nasil olacak. hayat kelime olarak hafif ve guzelken tecrube edilirken neden bu kertede agir ve sancili, pek cok kisi icin. peki bu kumenin disinda kalanlarin sirri ne; kurumus gozyaslari mi, kendileriyle basbasa kalmamalari mi? yazarken bir karar verdim; cymbalta'ya daha yakin duracagim, cunku keremo'yu uzmek bana X ustu n olarak donuyor. dunyada bu cocuk kadar sevdigim kimse yok, ne kardeslik, insancillik duygulariyla, evrensellikle doldurmaya calistigim beynim, ne baska sevgilere de yer acmaya calistigim kalbim baska turlusunu kabul etmiyor. keremo, aksamki firtinanin gelisi belliydi oglum, uc cephede birden savasamadim, yetmedi gucum, ilk firsatta yigiliverdim. kendimi affetmemek icin aksam seni uzdugumu kayaya kazidim, ben kendimi zaten hicbir zaman affedemedim, ne olur sen bari dun aksami ruzgara yaz... seni herseyden cok seven annen

13 Temmuz 2012 Cuma

Demirbank İyi Günler Diler

Demirbank demişken kendimden bahsedeyim. Biliyor musunuz, sabır çok iyi bir şey. Şahsen ben bunu bizzat tecrübe etmiş birisi olarak söylüyorum. Tabii boş boş katlanılmasına gerek olmayan şeyler var, bir de katlanmak gereken şeyler. Tam bu noktada bize düşen eklektik olmak. Ufukta ışık görmediğim günler çok oldu, kendimi aşırı artan yer çekimi sebebiyle arzın merkezine doğru giderken bulduğum, tutunacak şeylerin farkına varamadığım günler de oldu. Sanmasın kimse her gün düğün bayram. Amaaaa işte şimdilerde ışık görünmeye başladı. Zorlamadan, kasmadan, kendiliğinden... Var ışık, biz görmediğimiz zamanlarda dahi var. Keremo'yla ilgili (şu an halihazırda 8,5 yaşındalar kendileri) bir kaç şey de ekleyerek huzurlarınızdan ayrılacağım, aaa yok yok dernekteki tiyatro gösterisiyle ilgili bir kaç satır da eklemek istiyorum. Önce Keremo; dört hayali varmış; 1. Dünyanın merkezine seyahat, magma tabakasındaki çekirdeği görmek istiyormuş. 2. Uzaya gitmek, kara delikten evren dışına çıkıp geri gelmek... 3. Atlantis kıtasını bulup günışığına çıkarmak ve herkese ispatlamak. 4. Çİft rakamlı yaşlara geçmeden (ki o zaman çocukluk bitermiş artık, nitekim insan 10 yaşında koca adam olurmuş, çocuk değil!) bir ülkeyi gezmek; kendi cümleleriyle veriyorum "Çin olur, Rusya olur, Amerika olur, İrlanda olur, otellerde kalarak ülkeyi karış karış gezmek istiyorum, iki - ikibuçuk aylık bir süre yeterli bunun için"... Hadi pamuk eller cebe, bu çocuğa bir fon oluşturalım da, gariban yaş kemale yani 10'a (yazıyla on) ermeden gezsin görsün :-)))) Ahhh annesinin kuzusu, inşallah er ya da geç hepsini yapabilirsin. O kadar saf, güzel, iyi niyetli bir kalbin var ki; seni ve senin şahsında tüm çocukları Allah korusun gözetsin, elem, gözyaşı göstermesin inşallah. Evvelsi gece kendine tarçınlı, ballı soğuk süt hazırlamış. Babası kakaolu hazırlasa daha iyi olacağını söyleyince "tarçınlı süt insanı enerjik yapar, kanını temizler" diye ders verdi. Ertesi gün ofiste Alp Bey öksürünce "benim formülü vermek lazım öksürmesin diye; ŞOV ŞOV ŞOV (şok şok şok mealinde :)))))) kerem ed nokta kom nokta tr'de sihirli sağlık formülü" bu çocuk hayatını kazanacak, inşalah herşey istediği gibi gider. Annesinin kuzusu seni çok seviyorum... Hımm tiyatro; her şey çok güzeldi, taa ki evet taa ki marş başlayana kadar. Yanımdaki arkadaşlar hoparlörden bize sufle veren, harika senkronize koroyu duymadıklarından kelli marşı hızla söyleyip basıp gittiler. Bense koronun sesine uymaya çalıştım (daha ilk kuplede) ama marş kanon haline gelince dayanamadım gülmeye başladım... Ama nasıl gülmek, koca marş bitene kadar da burnumu, boynumu sıkmama rağmen gülmemi durduramadım. Sahneden kaçmayı düşündüm bir an, sonra ayıp olur diye vazgeçtim ondan da. Selamdan sonra herkesten özür diledim mecburen. Ayyyy hem çok güzel, hem komik hem de trajikti.
sürer eker biçeriz güvenip ötesine...
his photoshoot @Bostanci shore... I like it ;-)
Hagia Sophia; kardeşi zannediyor yavrucak :-))) öyle seviyor ki Ayasofya'yı, bir ara üç haftada 7 kez ziyaret etmiştik, her noktasına, kapısına duvarına baktık :-)
Tren yolları herkes için ilginç; dikkatle keşif lazım
12 Temmuz 2012 Perşembe @Eminönü, waiting for the ferry... Looking after the one we missed already :-))))

14 Haziran 2012 Perşembe

Farzı Mahal

Merhabaaaaaaaaaaaaa, Çok haberlerim var küçük böcüklerim benim. Sesimden de anlaşılmıştır ki hemen hemen hepsi yeni :-) 4 Haziran itibarıyle bir işim oldu :-))))) Tercüme şirketinde procekt menıcır oldum. Aferin bana. 9 Haziran 2012 tarihinde Keremo sünnet oldu. Bu hadisenin peşinden de tam kendisinden beklemelik anlatılacaklar gelişti. Şöyleki; 1-) İlk gece uykusunda canı yanınca kendi kendisine 'suç gidip sünnet olanda, suç gidip sünnet olanda' diye kızdı. 2-) Sünnetin ertesi gün, Yüksek'le telefonda konuşurken, Yük kazara buna 'sesin çok iyi geliyor' deyince verdiği cevap: Boğazıma bir şey yapmadılar ki! Mantığın sesi :-P 3-) Bir kaç gün sonra canı yandığında: Bu doktorlar da ne yapıyorlar acaba, şunun bir aşısını bulamıyorlar! Pes yani tıp camiası, pes! :-P Neden kafa yormuyorsunuz bu konu üzerine? 4-) Harika bir doktorumuz vardi, Bashocan sağolsun, Dr. Metin Kuş'u bulmuş. Keremo'ya 'canını acıtırsam Fenerli olayım' dediğinden, Keremo her canı yandığında 'Fenerli doktor, n'olcak!' dedi durdu. 5-) Çocukluk arkadaşlarımdan biri oğluyla bizi ziyarete geldi, arkadaşım bir altın taktı Keremo'ya, az sonra Keremo mutfağa gelip 'Anne bu altın sahte mi? Emre sahte olabilir diyor' Daha yazacaklarım var aslında, bunlar ilk batında aklıma gelenler.. Allah tüm çocukları korusun, kötülüklerden, kötülerden ve sevgisizlikten. Öpenzi

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Mayis Bahari

Daha kisa araliklarla yazmak istiyorum, bunu istedikce yazma araligim uzuyor. En iyisi tersini hedeflemek :-) Hmm az evvel neyi once yazacagimi dusunurken simdi yine fikirler uzaklasiverdi. Hermann Hesse'nin Gertrude'una yakin durun, okuyun, sindirin derim. Bildigimiz kelimeler oyle naif sekilde arka arkaya dizilmis ki keyif almamak mumkunsuz. Farkindasinizdir benim gumus rengi mevsimim hukum suruyor. Memnunum, bir de migren atagina sebep olmasa... Gecen bir arkadasimla tartistik; oylesine soz vermenin artik gunumuzde cok yaygin oldugunu, her kelimenin altinin doldurulmasini beklemenin yersiz oldugunu soyledi. Aksini ispat etmeye calistiysam da gercekte ben de aksam ertesi gun icin kendime verdigim sozleri bile tutmamak icin milyon tane bahane bulabiliyorum. Kendine karsi da durust olmali insan, hatta en cok kendine karsi. Gecen hafta okulda kusur ve erdemlerimizi konustuk. Cesaretsizlik, kibir, cabuk sinirlenme, toleranssiz olmak gibi kusurlarima karsin gorev bilinci ve iyiniyet gibi erdemlerim var dedim. Keske okuyucularim da bana erdem ve kusurlarini yazsa. Kac kisisiniz acaba? Iki? Uc? Bu sene yine hafif bir okul krizi yasiyoruz. Okul idaresi bana danisma ihtiyaci hissetmeksizin adima kredi basvurusu yapmis. Ozel okullarin hizmet diye adlandirdigi, bence tamamen ticari bir isletme olmanin verdigi kustahlik, uyum saglamaya calistigim okuldan soguttu beni. Uzun yillardir cocugumun okumasini istedigim okulla ilgili nette okuduklarim ise "en iyi okul" diye bir sey olmadigini anlatti bana. En iyi egitimi kalpten bilen ve vermek isteyen ogretmen ogretebilir. Gercek hoca, gercek ogrenci olmak gerekir. Hangimiziz bu? Size Zamphir'den El Condor Pasa yollayarak yazima son veriyorum. Opuldunuzzzzzzz

3 Nisan 2012 Salı

kaos

finansal kaynak bulma girişimlerimden biri daha olumsuz sonuç verdi. bir nokta olmalı, bir kırılma noktası. neden bulamıyorum? sanki herkesin hali, şekli şemali yerinde de bir ben uykusuz, bir ben huzursuz, bir ben çaresiz :-)

gideceğim yöne bile karar verememişken ben ne bekliyorsam?

yarın sabah uyansam ve herşey yerli yerine oturmuş olsa ;-)

20 Ocak 2012 Cuma

karneye bağlandık :-)

bugün yeni okulumuzda ilk karnemizi aldık. üçüncü sınıf, ilk sömestr bitti. tüm derslerimiz pekiyi, öğretmenleri de çok güzel yorumlar yazmış benim kuzum hakkında. birkaç gün önce kendi aramızda yaşadığımız gerginlik bitti. umarım hayatın boyunca hakettiğin başarıyı bulursun canım.

epey zaman önce keremo'nun hokkay'a dediği gibi "iki dodoni" kuzucuğum. sen benim bir tanemsin.

umarım hayatta her zaman kendine yakışanla karşılaşırsın.

20 ocak 2011

13 Ocak 2012 Cuma

uzun süredir yayınlanmayı bekleyen fotolar

ders çalışıyoruz


hala ders çalışıyoruz


ideal şehir maketimiz, parklar, tarlalar, çevreye dost binalar :-)


yine şehir maketi


yeşiiiiiil


scooter parkı var mı buralarda?


siziiii bekliyoruuuuuuummmmmm (ürkütücü bir tonda okuyunuz)


dünyanın en sevimli canavarlarından no:1 - by keremo


no:2


no:3


name written with pebbles


insanın içindeyse aşk; tuğlalarla bile yazar :-)))))


ey kuru dallara can veren Allah'ım...


the most handsome one on earth...


yes surely he is;

may God protect and care for all the kids on earth... and help us keep the child spirit in us


epeydir fotoğraf makinamda bekleyen kareler nihayet bilgisayarımda... bu blogun yıllarca devam etmesini, keremo'nun günün birinde buraya yazı ve fotolarıyla katkıda bulunmasını dilerim ;-)