9 Ağustos 2012 Perşembe

Elsa - Kristal

Aragon'un bu şiiri hayatta en sevdiğim şiir olmasa da hoşuma gidiyor, hele bunca "...acı üstüne acı, kan üstüne kan / kayna kazanım kayna, yan ateşim yan..." durumlarında. tekrarbasım; buyrun, sevdiğiniz birinin gözlerinin içine bakarak okuyun, keremo bu sana, mahçuplukla... ELSA'NIN GÖZLERİ Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de/ Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm/ Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm/ Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde/ Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde/ Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer/ Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer/ Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde/ Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar/ Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince/ Camın kırılan yerindeki maviliğini de/ Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar / Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım/ Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde/ Bulup bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke/ Gözlerin Perum'dur benim Golkond'um, Hindistan'ım/ Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri/ Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın/ Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın/ Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri. insan kendisi için pek çok şeyden vazgeçebiliyor; yeni ayakkabıdan (anladığım kadarıyla hafif fetiş galiba), dinlenmekten, bir ton fırsattan da çocuk denen varlık için kısıntı yapma fikri darlandırıyor adamı. oysa ingilizler der ki bir domuza ve bir çocuğa her istediğini verirsen çok iyi bir domuzun ve çok kötü bir çocuğun olur. gerçi eğitim hakkı bu durumlardan sayılmamalı. bu sabah işe doğru yürürken kendimle ilgili bir şey farkettim, ne zaman kendimi arzın merkezine çeken dünyanın yerçekimi kuvveti x 1.000.0000 newtonluk gücün bir kısmını elimine etsem daha havalanmama fırsat vermeden yeni bir ağırlık çöküyor omuzlarıma, dur yolcu dercesine. ama hemen ardından yine farkettim ki (inanın bu cümleye başlayınca güneş açtı aniden, tesadüf mü, sanmam) uçaklar motor ve kanatlara, hali hazırda kanatlı uygarlık kuşlar ise kendi motor güçlerine ve yeteneklerine bağlı olarak uçuyorlar. yani hiç bir şey kendiliğinden yükselmiyor. uçan balon dahi içindeki helyum gazı sayesinde gökyüzünde dolaşıyorken, kendimi bıraktığım an dipteyim diye sızlanmaya zaman yok. cevabım: kendini bırakınca düşüyorsan, BIRAKMA. bilinç zaten hep olmalı, irade hakeza. iki şeyin acısı mutlaka olacak, ya disiplinin, ya pişmanlığın. hangisi tercihan??? keremo umarım sen büyüyene ve kaçık annenin ne kastettiğini anlayana kadar bu sitenin başına bir şey gelmez. o zamana dek milyon kez yazmış olurum herhalde. kuzu, tüm hücrelerim, parmaklarım (el-ayak hepsi), saçlarım (dökülmüş olmakla birlikte), velhasıl görünür görünmez tüm uzuvlarım ve ruhumla (ki ben aslında ruhtan ibaretim, bir bedenim de var tabi) seni seviyorum. sen bana armağansın. yıllar önce bir yazıda (bana atfen, böbürlenmek gibi olmasın) "dilerim tüm sevdiğim insanlar seninle tanışabilir" denmişti. ben arttırıyorum "dünya ve tarih seni tanısın, sen bir tür ışıksın, gerçekten barış, sevgi ve huzur getiren bir kristalsin". annecim, çok yaşa, sağlıklı, mutlu ve zorluk aşmalı yaşa inşallah. yürüdüğün yolda ışığın eksik olmasın...

Hiç yorum yok: