12 Mart 2009 Perşembe

kara

size hep iyi haberler vediğim zaman beni çok sevdiğinizi biliyorum; işte yeni bir tane geliyor
bizim bir karamız var. kapkara, karnı beyaz bir bombay kedimiz. beş aylık. dünya tatlısı ve de şımarığı. sırnaşık mı sırnaşık. tek derdi; beni yedirin, içirin ve benimle oynayın. ben sizi ısırayım, tırmalayayım. parmaklarınız kanasın. olsun, n'olcak ki. sonuçta ben oyun istiyorum.

bu akşam biz ofisten çıkarken arkamızdan bir bakışı vardı, içim gitti. nasıl mahsun, nasıl içerlemiş. yerim ben onu. bizi affetsin

öptüm sizi yanaklarınızdan
kedim de tırmaladı
hade daalın şimdi yine

4 Mart 2009 Çarşamba

normal olan

arkadaşlar hepinize selamlar sunmam gerektiğini biliyorum ama canım istemiyor, bugün de girizgah olmadan gelin. tamam ve aleykümselam. buyrun geçin şöyle; zaten canım burnumda, çatacak adam arıyorum, vezneciler - rami minibüs şoförü kıvamındayım, anlayın yani. kış bitiyor farkındayım, bahar göstertti kendini, mamafih bana hala kasvet. nasıl şöyle bir şömine başına kıvrılasım var, uzun saatler kıvrılıp uyuyayım, yüz bilemedin yüzelli yıl sonra uyanınca bir de ne göreyim? meğer bizim krallık sabunmuş sabun. bildiğiniz sabun yani. sabun dışındaki tek materyal de zaten yün yumaklarıymış. hani eskiden anneler bize çin işkencesi yaparcasına kollarımızı ( musti ve ailesi gibi dirseklerimizden kırarak ) öne doğru uzattırır ve yün çilesi ile beraber çile çektirirlerdi. işte ülke sabun ve o çilelerin dev ebatta olanlarında müteşekkilmiş meğer. nasıl, inanılmaz değil mi? evet ben de inanmadım açıkçası. büyüklere masallar başlığı altında bir şeyler yazmak istedim ama galiba yanlış oldu.

peki konu değiştirelim; ülkenin hezeyanda olmasını ve nüfusun çoğunluğunun çıldırmış, kalanın da çıldırmak üzere olması hakkında ne düşündüğümü anlatsam size? bence tüm bunlar insanların televizyon izlemeye bu kertede düşkün olmasıyla başladı. ne yani yalan mı? izliyorlar televizyonda hava ve cıvadan para kazanan, aslında bir şeye benzemeyen ama - make-up ustası helena rubinstayn'in adıyla - iki fırça darbesiyle primadonna ve primavera olan hatunları, beyleri görünce, hayatta bize diretilen etik değerlerin aslında " bir kerecik yasa delmeyle birşey olmaz " hassaslığında normlar olduğunu gören halkımız ( son kelimeyi bülent ersoy tonlamasıyla okuyunuz ) yine teveccüh göstererek sayısal bütünlüğü bozmadı, en azından çoğulcu demokrasiyi sağlamak için vatandaşlarını bir kısmının manik depresif, bir kısmının şizofren, diğer bir kısmının hiperaktif, yine güzide bir kısmın panik atak, kısmi olarak uykusuz, çoğunlukla uyurgezer, büyük oranda ise paranoid şahsiyetler haline gelmesine vesile olmuştur.

şimdi gelelim bu meseleden cımbızla çekeceğimiz konuya; çekme işlemini gerçekleştiren objeden anlaşılacağı üzere konumuz femme fatale. zaten ben niye odak noktası uomo olan bir yazı yazayım ki? boğanın sanatsal dehasını aslanın odak noktası teşkil edebilme yeteneğiyle harmanlamış bu bünye tabi ki ari cins olan kadınlardan bahsedecektir. seçme ve seçilme hakkının 1930'larda kadınlara da tanındığı ülkemizde 2000'li yılların ilk sekiz yılını tamamen yiyip bitirdiğimiz şu günlerde hala kadınlarımız neden hayatlarının bakiyesi ile ilgili kararlar alırken radikal olamıyor? annem - babam ne düşünür, halamın kızı dedikodu yapar, aşağı ayrancı'daki akrabalar ne der sonra? teyzemlerin yüzüne nasıl bakarım? ya çocuklarım ne düşünür diye istediği yolda gitmeye cesaret bulamayan, hadi tut ki cesaret buldu, menkul tedariğinde zayıf halka olan kadın ne etçek? şimdi buraya kadar konuyu özetlersek; önce seçme hakkımız olduğundan emin olamıyoruz ( eğer okuyorsa burdan çengelköy'den takipçim zehrişko'ya selam, hani emin olmak konusundan kelli, o anlar )
seçme hakkımızı anlasak dahi utanma duygusu ve yargılanma korkusu ( hatta yargılanmadan hüküm giyme ihtimali ), hadi bu triatlonun ikinci ayağını da diyelim ki hatun kişi başardı; bu kez de işin yeşil kısmı var, lila kısmı, turuncu kısmı, kırmızı kısmı da var. barış manço şarkısındaki gibi ( ...iki abide bir sultan beş sultan bir düşünür, iki düşünür ise bir mimar... ) ilginçlik olsun diye kağıt paradan renk kodlarıyla bahsettim, affola. hadi bunu da geçtiyse zaten o hanımefendi yürüsün gitsin kürsüye, alsın madalyasını, mutlu olsun dilediği gibi. hakkıdır zaten. ben de yanındayım kendisinin, bir er kişinin asla bu kertede bir zafer için sergilemeyi göze alamayacağı büyüklükte bir çaba harcandı burda. dur yolcu; bilmeden bastığın bu beden içinde binlerce mücadelenin hergün yeniden, yeniden verildiği bir savaş meydanıdır. bu toprak uğrunda ölen varsa vatandır dimağımıza farkında olarak/olmayarak nasıl işlendiyse her daim bir mücadele, ölme, yaralanma hayalleri kuruyorum ben de :-) şöyle bir sabah uyandığımda kendiliğinden balkabağından araban kapımın önünde olmadı ya. balkabağını bile kendim yetiştirdim. sonra arabaya da dönüştüremediğimden ( bünyede simyacılık namevcut )mecburen kabağı basenlerde selülite ve yağa dönüşme kabiliyeti olan tatlı yapımında kullandım. ama merter'den okuyucum nesrin'in eşinin dediği gibi " sebze tatlısı " en az kalorilisinden :-)))))

yine " sebze tatlısı " tabirinin mucidinin eşi olan nesrin ile konuşurken parmak bastığımız olaylardan birine değinmek istiyorum sayın seyircilerim; mutluluk daim olmaz ( daim dediğimde de aklıma önce mercedes sonra da isveç çikolatası ve ikea geliyor. sanıyorum bende aynı zamanda y kromozomu fazlası var, hayır hayır bunu sakallarımdan anlamadım. otomobillerle ilgili bir konuyu hatırlamam için ipucu veya flashmemory bile gerekmemesi bunu düşündürdü bana; mesela italya ferrari anlatir, almanya zaten malum, isveç volvo, ne bileyim ingilterra rolls royce, bentley ve daha burada ismini zikredemediğim nice motorlu kardeşlerim, ruh ikizlerim, hepinizi seviyorum tabi ki ) daim olan şey mutluluk olmaz. işte böyle düşündüğüm zaman kendime de kızıyorum. ne demek hep mutlu olunmaz? mutlu olmak için yeterli sebebin ve mutsuz olmak için de hiç sebebin varsa mutlu olursun!!! iki kere iki dört! sinirlendim bak şimdi.

hemen evlere dağılıyorsunuz ve bana yarına kadar mutlulukla ilgili düşüncelerinizi yazıyorsunuz. mutluluk geçici mi yoksa kalıcı bir araz mı? mutlu olma sebepleriniz nelerdir, en fazla 5 seçeneği sulandırmadan, sadece konu başlıkları şeklinde yazınız. her soru 50 puan. son sorunun her şıkkını cevaplamayana puan muan yok. yok yine de ben ikinci soruya sadece 2 veya 3 ya da 4 seçenek yazarım hoca diyorsanız kağıdına 50 puan üzerinden bakarım haberin olsun öğrenci!...

hadi şimdi herkes evine, hadi hadi çabuk, hadi kapatıyoruz :-))))))