28 Aralık 2009 Pazartesi

beni benimle bırak giderken


içinizden " ne zaman duruldun ki? " dediğinizi duyar gibiyim, ne yapayım? ben böyleyim, yine karışık. hem de her konuda. ne yapacağını ve yapması gerekeni bilmez bir halde. hani son derste iktisatçının dediği gibi " şu olunca bu biter, o olunca ötekini unut " olamıyor beni hayatımda. burada yerleşik hayata tam geçecekken mesela azazel yok olsun, gelip dürtüyor ve bana oportunist davranmam gerektiğini söylüyor. hadi gel çık işin içinden.

neyse; sizin de kafanızı daha fazla karıştırmadan; elsa'nın gözlerini okuyun diyerek satırlarıma son veriyorum.

ayrıca söz; kurtulma yolunu bulursam hepinizi çekip alacağım bu hayattan. evinizin kadını olacaksınız :-)))))))))

2010; beklediklerimizi, umduklarımızı, ihtiyaç duyduklarımızı getirsin inşallah; paraysa para, işse iş, seyahatse seyahat, marital status değişikliği ise o, ne bileyim isteyin birşeyler işte. onu da ben mi söyleyeyim????

öptüm hepinizi. bir de lütfen milli piyango bileti almayın bu sene. almayın da bana çıksın. hani altın günlerinde sırayla birine çıkıyor da en çok ihtiyaç duyana torpil yapılıp ilk sıraya o alınıyor ya. aynen bu bağlamda bir kıyak beklemekteyim ey halkım. yoksa benim malum ev satılacak...

27 Kasım 2009 Cuma

benden başka yok

bu bir kitap isminden alıntı.. biraz da devşirme. hem kendimi öveyim hem de bayramınızı kutlayayım dedim.

epey yıl önce gelen bir tebrik kartı bayramlarla ilgili hislerimizi çok güzel anlatıyordu. hislerimiz diyorum çünkü eminim siz de okuyunca aynı şeylerı duyumsayacaksınız; bayramınızın çocukluğunuzun bayramları tadında geçmesini dileriz...



çocukluğumuzda sadece bayramlar değil ki hayat da daha güzeldi. daha samimi ilişkiler, bugünden daha güleryüzlü insanlar... sorunlar da daha mı az idi acaba? fikirlerinizi paylaşırsanız benimle çok sevinirim.

öptüm şekerler yanaklarınızdan ve en büyük beşiktaş.

12 Kasım 2009 Perşembe

uçurtma avcısı ve bin muhteşem güneş




bu iki kitap o kadar hayalgücü canlandırıcı tasvirlerle dolu ki; okuyun derim ben. demagojik, acıklı kitaplardan hoşlanıyorsanız seversiniz...

yeni, yepyeni, tazecik düşünceler


( bu foto kendisini öpmeme müsaade ettiği nadir anlardan )


( bunda da kendisi beni öpüyor, tüm tarih buna tanıklık etsin, domuz momuz vız gelir tırıs gider )

merhaba sayın okuyucularım... epeydir sizi ihmal ettim, neden biliyor musunuz? kendimce bir transformasyondaydım. kimliğimi yeni buluyorum. kendimle barışıyorum hatta kendimi sevmeye bile başladım. ne iyiymişim ben meğer :-)

ağustos ayında bu değişimin ilk adımlarını attım ve sonrası kendiliğinden geldi. herşey değişebilir, düzelebilir. öncelikle istemek lazım. hatta keremo'nun dediği gibi " hatalar küçük şeylerdir, düzeltilebilir. önce onların hata olduğunu kabul etmek lazım "...

bu küçük böcek geçenlerde teyzesi ile şu muhteviyatta bir konuşması da yapmış
T : keremo sence ben ne iş yapmalıyım?
K : bu senin hayatın. sen kendin karar vermelisin. ama bence kitapçı aç, hem bedavaya kitap da okuruz...

ve en son geçtiğimiz pazar teyzesinin ales sınavı için hazırlık kitapları aldığını görünce öyle bir müstehzi gülümsemeyle baktı ki teyzesi " ne oldu keremo? " diye sormak zorunda kaldı. keremo olanca bilgeliğiyle döktü içindekileri " bunca yıl okula gittin, sonra yıllarca işe gittin. şimdi yine okula gitmeye çalışıyorsun " tabi teyzesi sinirlendi bu yoruma ve " herhalde ilkokula gitmeyeceğim " dedi. keremo dayanamadı ve " bence hatta anaokulundan başla " cevabını yapıştırdı :-)))))



gelelim bana; bende bu kertede heLecanlı hikayeler yok, üzüntü ve muz kabuğu, umutlar, kırıklıklar, hayalperestlikler ( her zamanki gibi ), sahte başarılar, gerçek zaferler, kendimden kaynaklanmayan düşüşlerle dolu aylar geçirdim. planlar yaptım, hesaplar çarşıya uymadı. tüm bunlardan sonra geldiğim nokta ise hayatın debisini biz etkileyemeyiz. bize düşen ve yakışan ona uyum sağlamaktır. ahengi bozmamaktır. doğaya karşı çıkmayıp rolümüzü tam oynamak ve iyi olanı ummak, beklemektir. söylemesi kolay biliyorum. insan her dara düştüğünde mücadele ederek kurtulmak, savaşmak istiyor. ben de böyleyim. ancak böylesi savaşlarla yaşam enerjimizi yoketmeyi de doğru bulmuyorum. bir süre öncesine kadar tüm gücümle çalıştığım şirketten resmen hazin bir finalle ayrıldım daha doğrusu ayrıştırılttım :-)))
( dilimizde böyle bir yüklem var mi acaba???? ) ama bizim kötü sandığımız iyi olur ya; aynen öyle oldu ve özgürlüğme kavuştum hem de iş alanımı değiştirmeden aksine müşteri desteğiyle arttırarak.. bugün de kardeşimin tayin kurasında ümraniye'ye atandığı harika haberini aldım. seza'nın dediği gibi makus talihim değişiyor galiba..

kurtulmak istediğim pek çok şey hala ayağıma yapışık vaziyette ancak artık biliyorum ki bunları bana yapıştıran japon yapıştırıcısı değil, sakız. çok kolay çıkmaz ama sabitlemez de. eminim ne demek istediğimi anlatabiliyorumdur. biraz sonra, bence yeni mevsim gelir gelmez, herşey daha da güzel olacak. belki yaşayacağım kıta değişecek, belki hafifleyeceğim, belki iş yüküm artacak ama muhakkak iyi şeyler olacak. yıllarca çıktım bu yokuşları, şimdi yokuş aşağı özgürce koşma vakti. şimdi ağız dolusu büyük bir laf edeceğim; bence biz yaşamdan vazgeçmedikçe o bizden vazgeçmez. n'olur siz de iyi şeyler ummayı, istemeyi, hakettiğinizi düşünmeyi unutmayın. şimdiye kadar etmediyseniz bugünü miladınız ilan edip bundan sonrası için yapın. kendiniz için yapın. daha güzel bir evren için payınıza düşeni gerçekleştirin. tek tedarik etmeniz gereken istek ve cesaret. bu da eminim hepimizde fazlasıyla mevcut. akıl teri gibi birşey yani. bu yazıyı zehrişko okusa eminim bana sinir olurdu " yine mi aynı lakırdı " diye. eee ne yapayım ben atasözlerini çok severim ve mümkün mertebe kullanırım. bu da bir atasözü ve öylesine derin bir anlamı var ki kullanmadan geçmek olmaz. derinliği hatta " çinuçen tanrıkorur " dehasından bile daha diplerde. zaten çinuçen zamanla her tanımlama için kullanıldığından eskidi. ama akıl teri öyle mi ya? tamamen naturel, akıcı ve uhrevi bir anlam ihtiva ediyor, anlayana tabi. keşke biz de bu nitelikte, antolojilere girmeye değer vecizeler bulabilsek ama nerdeee bizde o akıl teri.

daha çok yazacaktım, uykum geldi. lütfen fotolarla idare edin. içsel yolculuğumun dünyevi akislerini paylaşmaya devam edeceğim anacığım :-)))) oya başar'a sevgiyle..

aşağıdaki foto çok sevdiğimiz kardeşimizin nişanından, nişanlanan kardeşimiz, bu hadise de uzun süredir ilk sosyalleşmemiz olunca sözkonusu foto da yayınlanmayı hak etti. sağ baştan; ben, akcan, aydan ve keremo'nun teyzesi

25 Ekim 2009 Pazar

eti eti eti


uzundur yazamadım farkındayım çünkü pisküilerle uğraşıyordum. sonunda hamurdan kurtulup özgürlüğüme kavuştum. bu arada metabolizmamda, fiziki ve ruhani durumlarımda pek çok değişiklik oldu. eş zamanlı olarak çevremdeki insanlarda da. ama zaten sürekli bir metamorfoz yaşamıyor muyuz? hayat bizi gideceğimiz yöne usulca yöneltiyor.

hepimize hayırlı yolculuklar dilerim bu meyanda..

bu arada minnetlerimi yüksel'e, başak'a ve kemal'e gönderirim...

12 Temmuz 2009 Pazar

başlıksız

...
ne dünle ilgili yazabileceğim bir konu var ne de yarınla. bugün de konuşmak istemiyorum. umarım Allah yardım eder ve herşey yoluna girer. zaten ondan başka da kimse yardım edemez.

kimsede değil rüzgara karşı durmak ayağa kalkacak hal bile kalmamış. ben desem stoğumu çoktan tükettim. tek umudum gümüş bulutların yeniden gelip beni yıkamasını, kutsamasını bekliyorum. hadi Allah'ım, lütfen gönder. Sesimi duyduğunu biliyorum. Lütfen bize yardım et, gemimizi limana ulaştırmayı bize kısmet et... istediklerimiz senin için o kadar kolay şeyler ki, biz yaradılan olduğumuz için yetersiziz ve de noksan. yapamıyoruz işte. lütfen lütfen lütfen bizi doğruya ulaştır, şu poseidon'u altetmemize yardım et... kuzum kendine gelsin, yine otlasın kırlarda, güneşin yeniden doğacağını bilsin, onu çok sevdiğimi unutmasın, o benim diğer yarım, lütfen Allah'ım kendi değerinin farkına varmasını sağla, bizim için ne anlama geldiğini anlasın pis eşek. o olmadan ne kadar noksan olduğumuzu görsün. kendini bugün var yarın yok bir eşya gibi hissetmesin. amin.

5 Haziran 2009 Cuma

baking fairy + göz doktoru + l.m.

merhabalar canlarim,

epey oldu görüşemeyeli farkındayım. bu arada size otuz yazıda bile özetleyemeyeceğim yoğunlukta günler geçirdim. en kısa zamanda bir şekilde brifing hazirlayacağımdır siz okurlarım için. bununla beraber bu hafta çarşamba gününden itibaren aynı söylemlerle mütemadiyen karşılaşınca bunun tesadüf olmadığını ve sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüm; buyrun...

1. endişeye mahal yok!!!!!!! gerçekten; endişe de sivilce gibidir. sivilceniz olunca canınız sıkılır; canınız sıkılınca da daha çok sivilceniz olur. test edilmiştir :-)

2. işten çıktıktan sonra işi yanınızda taşımayacaksınız..

3. mutluluk ne yarinda, ne bir sonraki günde, ne terfi etmekte, ne bir dahaki tatilde. mutluluk bugün burada, bizim olduğumuz yerde...

4. herşeyi uygun zamanında yapalım; yemek yaparken işi düşünmeyelim, sevdiğimiz bir konudan bahsederken aklımızdan bizi korkutan fikirler geçmesin.

bu hafta çarşambadan beri l.m.'den bunları dinledim... ardından perşembe günü gittiğim göz doktorundan aynı söylemleri dinledim; hastalıkları dahi kendi kendimize çağırdığımızı, oysa beynimizin çok güçlü ve kapsamlı olduğunu yani herşeyin en güzelini de davet edebileceğini öğrendim. adeta secret durumu yani.

üstelik ne kadar iyi de olsa ne kadar kötü de herşey geçicidir. yani hiç ölmemek diye bir şey olmadığı gibi; en kötü andan bile kurtuluyoruz aynen en güzel anların kısa sürmüş gibi gelmesi hissine benzer olaraktan. ne demek istediğim net mi emin değilim. çok hatalar yaptım; bedelini ödedim ve ödüyorum. mutsuz da oldum, hem de çok. kendimi dünyanın en üzgün, en yalnız ve hüzünlü insanı zannettim çok zaman. ama değilim. kesinlikle. ben mutluyum; hayatta olduğum için, sevdiklerim olduğu için, beni sevenler olduğu için, sağlıklı olduğumuz için, akşam yanaklarımdan öpüp uyku saatimi soran küçük böceğim olduğu için, hala kapımı ve inboximi çeşitli ülkelerle ilgili teklifler çalabildiği için. pek çok şey için.. ve hayat gerçekten belki adil değil ama güzel. her yeni gün yeni bir fırsat. tek yapmamız gereken kalkıp ona dahil olmak.

güzel olmayan da onca şey var; ama onlar olmasaydı belki güzel olanları farkedemezdik. db olmasaydı örneğin ( hayat daha da güzel olurdu tabe o ayrı :-))) ) ama belki mt ve lm'nin ve bv'nin ne denli iyi insanlar olduğunu idrak edemezdim belki de..

depremden sonra her eylem bildirmemden sonra ( eve 7'de geleceğim gibi ) inşallah deme alışkanlığı kazanmam gibi. spor salonuna gidemez oldum korkumdan malum binanın alt katı vs.. ama cok daha önemli bir egzersiz edindim. hiç bir şey; tekrarlıyorum HİÇ BİR ŞEY bizim elimizde değil. çok kasmamak, hayatı gereğinden fazla önemsememek gerekiyor. adeta kendi otomobilimizi servise verince bize tedarik edilen geçici otomobil muamelesi göstermek gerekiyor bence. fazla itina, mükemmeliyetçi ruh hali ve beraberinde başka nice problemler getiriyor.

hep en iyisini yapmak isteriz; ama başkalarının en iyisi değil, kendi en iyimizi. ben dünyadaki en güzel pilavı yapmak zorudna değilim. gerçekten. ama kendim yapabileceğimin en iyisini yapmalıyım, bu kadar basit. dünyadaki en uzun, en güzel, en zeki ve en başarılı insan da olmam gerekmiyor. kendimden memnunsam, yatağıma gittiğimde keşke ben şunun yerinde olsaydım diyebileceğim bir örnek yoksa elimde, dönüp dolaşıp yine kendimde karar kılıyorsam kendimdeyimdir ve kendimimdir. yaşasın ben.

lm ve doktorun söylediklerinden sonra zaten karışan kafam - yine tesadüf olduğuna inanmadığım; çünkü bence hayatta tesadüf diye birşey yoktur - bakingfairy.blogspot.com adresinde okuduğum ve çok hoşuma gittiği için özlem'in kızmamasını umarak alıntı yaptım. şiddetle kosta rika'ya bizleri davet eden bu organik ürünler sunan kafe sahibi şahsın hamakta keyif yapmaktan ve seyahatten fırsat buldukça yayınladığı yazıları okuyun derim. aramızda eminim onun yaptığı gibi radikal kararlar alacak bir kaç kişi çıkacaktır, hatta bu neden ben olmayayım ( diye düşünmeye başlayın lütfen )...

şimdi buyrun buradan başlayın lütfen. en kısa sürede daha az müphem yazılarla geleceğim; sözüm söz.. yazım hataları varsa affola, çok yorgunum, yine de uyumadan önce bunları sizinle paylaşmak istedim. yarın tekrar okuyup gerekiyorsa düzeltmeleri yaparım ( inş ) :-X

{Allah'ım keremo için
onun sağlığı için
bize verdiğin bunca fırsat için
ve içimde çok net olarak hissettiğim, geleceğini bildiğim iyilikler için çok teşekkürler.
en karanlıkta olduğumuzu zannettiğim anda meğer sadece ışık kaynağına arkamızı döndüğümüz için aydınlığın var olduğunu farketmedğimizi idrak etmemizi sağladığın için teşekkürler
içinde bulunduğumuz zorlukların geçici olduğunu hissettirdiğin için tesekkürler
her an yanımızda olduğun için teşekkürler

ben bugün ...'nın yeni firmaya tevdi olmasını sağladığımı düşünüyorum
mike ile ödeme konusunu halletme yolunda büyük adım attığımı düşünüyorum
kendime daha sakin ve iyi bir insan olma yolunda ufak katkılar yaptığımı düşünüyorum
son olarak; yarından itibaren daha sağlıklı beslenmeye karar verdim.}



I've been juice feasting for 7 days. It was a roller coaster of emotions and some physical pain, my biggest lesson being I have to be patient with myself- for everything, not being a good friend, a business owner, not a great daughter, not a great runner, not the best chef for sure. But after spending hours of thinking in this last 7 days, same story comes up. I am not good enough...It is just too tiring, and old story. I know the beauty lies in the acceptance. No matter what it is. Even that means, being a loner forever, i am not afraid. I feel pretty empowered, like making dreams come true, but it is not about achieving...It is about being. I want to start practicing this now, not tomorrow. I am grateful to be alive. I am dreaming of hanging out in the hammock, with a book in my hand. A breeze would not hurt either. I am off today!

Great article from Daily Om again....


May 5, 2009
Progressing With Patience
Doing The Best You Can It isn't always easy to meet the expectations we hold ourselves to. We may find ourselves in a situation such as just finishing a relaxing yoga class or meditation retreat, a serene session of deep breathing, or listening to some calming, soul-stirring music, yet we have difficulty retaining our sense of peace. A long line at the store, slow-moving traffic, or another stressful situation can unnerve you and leave you wondering why the tranquility and spiritual equilibrium you cultivate is so quick to dissipate in the face of certain stressors. You may feel guilty and angry at yourself or even feel like a hypocrite for not being able to maintain control after practicing being centered. However, being patient with yourself will help you more in your soul's journey than frustration at your perceived lack of progress. Doing the best you can in your quest for spiritual growth is vastly more important than striving for perfection.

Just because you are devoted to following a spiritual path, attaining inner peace, or living a specific ideology doesn't mean you should expect to achieve perfection. When you approach your personal evolution mindfully, you can experience intense emotions such as anger without feeling that you have somehow failed. Simply by being aware of what you are experiencing and recognizing that your feelings are temporary, you have begun taking the necessary steps to regaining your internal balance. Accepting that difficult situations will arise from time to time and treating your reaction to them as if they are passing events rather than a part of who you are can help you move past them. Practicing this form of acceptance and paying attention to your reactions in order to learn from them will make it easier for you to return to your center more quickly in the future.

Since your experiences won't be similar to others' and your behavior will be shaped by those experiences, you may never stop reacting strongly to the challenging situations you encounter. Even if you are able to do nothing more than acknowledge what you are feeling and that there is little you can do to affect your current circumstances, in time you'll alter your reaction to such circumstances. You can learn gradually to let negative thoughts come into your mind, recognize them, and then let them go. You may never reach a place of perfect peace, but you'll find serenity in having done your best.

13 Nisan 2009 Pazartesi

doomgünü

ben yirmiüç nisan doomluyum. yani kardeşimin yaptığı gibi doğumgünü kutlamalarına üç ay önce başlayıp üç ay sonra da bitirmem ama severim doğumgünümü. yirmiüç nisan'da olmasını. paylaşayım dedim. hep sıkıntılardan bahsedecek değilim ya. şunun şurasında 9 gün kalmış zaten. yani hediye bekleyen kişi değilim ama ağanın eli de tutulmaz hani. aşağıda ne tür eserlerden hoşlandığıma dair ipuçları bulacaksınız. bunun haricinde şöyle minimum ikiyüz beygirlik motorlar, ferrariler de kabulümdür. ferrarinin muhakkak kırmızı olması gerekmektedir. motor içinse renk konusunda sizi serbest bırakıyorum. sonuçta hediye alıyorsunuz, karışmak olmaz. ferrarı veya bir ne bileyim ducati yetişmezse sürpriz bir seyahat de olabilir. hayalgücünüzü çalıştırın işte.


benim bu dooomgünüm için dileklerim ise;

1. tüm hayallerimin gerçek olması ( kendim ve keremo için olanlar )
2. dünyaya birazcık huzur ve düzen gelmesi
3. krizlerin bitmesi
4. alles in ordnung durumları
5. bono'nun beni araması ve şahsen, bizzat beni ziyarete gelmesi..
6. dünya tarihinde yeralacak bir projede görev almak hatta o projeyi kendim yapmak

şimdi " yemekteyiz " başladı... sonra görüşürüz

2 Nisan 2009 Perşembe

what'a feeeeliiiiiiiiing

çıktıkça dikleşen hayat yokuşunda engebesiz bir yol yok mudur kardeşim. insanın iflahı kesiliyor, yollarda en ufak bir etkilenme, değişme, düzelme, şöyle bir efendi olma yok. neden? çünkü onlar yol. ruhsuz, petrol ürünleri ve de bilmem ne türlü karışımlı olanları var ama kendileri yol. yol yol dur yani.

engebesiz olanların da yarısı yokuş yukarı ( hani öyle okul önlerinde filan olan tümsekleri yok ama bizzatihi kendileri yokuş yukarı ) diğer yarısı ise aşağı. yani ya dizlerimiz ve ciğerlerimiz kopup patlayana kadar ağrı çekelim, ya da hızle aşağı doğru yuvarlanırken etrafta olan biteni bile göremeyelim. bu ne kardeşim yaa. şöyle ağız tadıyla bir yürüyüş yapma hakkı yasak mı bu milletin evlatlarına? hani nerde unter den linden gibi geniş ve düz yollar, bir de kulelerki çıkıp ne mene bir yerde çabaladığımızı görelim?

tiz istiyorum acilen yollar düzleştirilsin, şehrin tepeleri kaldırılsın, bekar arkadaşlarımın hepsi evlensin. hani bir fıkrada var ya; tanrı soruyor kör adama; ne istersin benden, gözünü mü düzelteyim? diye. adam cevap verir " hayır herkesin tek gözünü benim gibi kör yap " ... ilber ortaylı bunun orjinalini anlatmıştı, ben malumatfüruş kaygılarım dolayısıyla soft halini bildiriyorum. gece kuşunuz konuştu, ve şimdi acilen rüya alemine dalmaya gidiyor. hade eyvallah, ben dönene kadar emirlerim tez yapıla. yoksa karışmam. gerçekten karışmam, hepinize küserim, ne haliniz varsa görün de derim. bundan sonra yüzümü bile göremezsiniz :-))))))))

12 Mart 2009 Perşembe

kara

size hep iyi haberler vediğim zaman beni çok sevdiğinizi biliyorum; işte yeni bir tane geliyor
bizim bir karamız var. kapkara, karnı beyaz bir bombay kedimiz. beş aylık. dünya tatlısı ve de şımarığı. sırnaşık mı sırnaşık. tek derdi; beni yedirin, içirin ve benimle oynayın. ben sizi ısırayım, tırmalayayım. parmaklarınız kanasın. olsun, n'olcak ki. sonuçta ben oyun istiyorum.

bu akşam biz ofisten çıkarken arkamızdan bir bakışı vardı, içim gitti. nasıl mahsun, nasıl içerlemiş. yerim ben onu. bizi affetsin

öptüm sizi yanaklarınızdan
kedim de tırmaladı
hade daalın şimdi yine

4 Mart 2009 Çarşamba

normal olan

arkadaşlar hepinize selamlar sunmam gerektiğini biliyorum ama canım istemiyor, bugün de girizgah olmadan gelin. tamam ve aleykümselam. buyrun geçin şöyle; zaten canım burnumda, çatacak adam arıyorum, vezneciler - rami minibüs şoförü kıvamındayım, anlayın yani. kış bitiyor farkındayım, bahar göstertti kendini, mamafih bana hala kasvet. nasıl şöyle bir şömine başına kıvrılasım var, uzun saatler kıvrılıp uyuyayım, yüz bilemedin yüzelli yıl sonra uyanınca bir de ne göreyim? meğer bizim krallık sabunmuş sabun. bildiğiniz sabun yani. sabun dışındaki tek materyal de zaten yün yumaklarıymış. hani eskiden anneler bize çin işkencesi yaparcasına kollarımızı ( musti ve ailesi gibi dirseklerimizden kırarak ) öne doğru uzattırır ve yün çilesi ile beraber çile çektirirlerdi. işte ülke sabun ve o çilelerin dev ebatta olanlarında müteşekkilmiş meğer. nasıl, inanılmaz değil mi? evet ben de inanmadım açıkçası. büyüklere masallar başlığı altında bir şeyler yazmak istedim ama galiba yanlış oldu.

peki konu değiştirelim; ülkenin hezeyanda olmasını ve nüfusun çoğunluğunun çıldırmış, kalanın da çıldırmak üzere olması hakkında ne düşündüğümü anlatsam size? bence tüm bunlar insanların televizyon izlemeye bu kertede düşkün olmasıyla başladı. ne yani yalan mı? izliyorlar televizyonda hava ve cıvadan para kazanan, aslında bir şeye benzemeyen ama - make-up ustası helena rubinstayn'in adıyla - iki fırça darbesiyle primadonna ve primavera olan hatunları, beyleri görünce, hayatta bize diretilen etik değerlerin aslında " bir kerecik yasa delmeyle birşey olmaz " hassaslığında normlar olduğunu gören halkımız ( son kelimeyi bülent ersoy tonlamasıyla okuyunuz ) yine teveccüh göstererek sayısal bütünlüğü bozmadı, en azından çoğulcu demokrasiyi sağlamak için vatandaşlarını bir kısmının manik depresif, bir kısmının şizofren, diğer bir kısmının hiperaktif, yine güzide bir kısmın panik atak, kısmi olarak uykusuz, çoğunlukla uyurgezer, büyük oranda ise paranoid şahsiyetler haline gelmesine vesile olmuştur.

şimdi gelelim bu meseleden cımbızla çekeceğimiz konuya; çekme işlemini gerçekleştiren objeden anlaşılacağı üzere konumuz femme fatale. zaten ben niye odak noktası uomo olan bir yazı yazayım ki? boğanın sanatsal dehasını aslanın odak noktası teşkil edebilme yeteneğiyle harmanlamış bu bünye tabi ki ari cins olan kadınlardan bahsedecektir. seçme ve seçilme hakkının 1930'larda kadınlara da tanındığı ülkemizde 2000'li yılların ilk sekiz yılını tamamen yiyip bitirdiğimiz şu günlerde hala kadınlarımız neden hayatlarının bakiyesi ile ilgili kararlar alırken radikal olamıyor? annem - babam ne düşünür, halamın kızı dedikodu yapar, aşağı ayrancı'daki akrabalar ne der sonra? teyzemlerin yüzüne nasıl bakarım? ya çocuklarım ne düşünür diye istediği yolda gitmeye cesaret bulamayan, hadi tut ki cesaret buldu, menkul tedariğinde zayıf halka olan kadın ne etçek? şimdi buraya kadar konuyu özetlersek; önce seçme hakkımız olduğundan emin olamıyoruz ( eğer okuyorsa burdan çengelköy'den takipçim zehrişko'ya selam, hani emin olmak konusundan kelli, o anlar )
seçme hakkımızı anlasak dahi utanma duygusu ve yargılanma korkusu ( hatta yargılanmadan hüküm giyme ihtimali ), hadi bu triatlonun ikinci ayağını da diyelim ki hatun kişi başardı; bu kez de işin yeşil kısmı var, lila kısmı, turuncu kısmı, kırmızı kısmı da var. barış manço şarkısındaki gibi ( ...iki abide bir sultan beş sultan bir düşünür, iki düşünür ise bir mimar... ) ilginçlik olsun diye kağıt paradan renk kodlarıyla bahsettim, affola. hadi bunu da geçtiyse zaten o hanımefendi yürüsün gitsin kürsüye, alsın madalyasını, mutlu olsun dilediği gibi. hakkıdır zaten. ben de yanındayım kendisinin, bir er kişinin asla bu kertede bir zafer için sergilemeyi göze alamayacağı büyüklükte bir çaba harcandı burda. dur yolcu; bilmeden bastığın bu beden içinde binlerce mücadelenin hergün yeniden, yeniden verildiği bir savaş meydanıdır. bu toprak uğrunda ölen varsa vatandır dimağımıza farkında olarak/olmayarak nasıl işlendiyse her daim bir mücadele, ölme, yaralanma hayalleri kuruyorum ben de :-) şöyle bir sabah uyandığımda kendiliğinden balkabağından araban kapımın önünde olmadı ya. balkabağını bile kendim yetiştirdim. sonra arabaya da dönüştüremediğimden ( bünyede simyacılık namevcut )mecburen kabağı basenlerde selülite ve yağa dönüşme kabiliyeti olan tatlı yapımında kullandım. ama merter'den okuyucum nesrin'in eşinin dediği gibi " sebze tatlısı " en az kalorilisinden :-)))))

yine " sebze tatlısı " tabirinin mucidinin eşi olan nesrin ile konuşurken parmak bastığımız olaylardan birine değinmek istiyorum sayın seyircilerim; mutluluk daim olmaz ( daim dediğimde de aklıma önce mercedes sonra da isveç çikolatası ve ikea geliyor. sanıyorum bende aynı zamanda y kromozomu fazlası var, hayır hayır bunu sakallarımdan anlamadım. otomobillerle ilgili bir konuyu hatırlamam için ipucu veya flashmemory bile gerekmemesi bunu düşündürdü bana; mesela italya ferrari anlatir, almanya zaten malum, isveç volvo, ne bileyim ingilterra rolls royce, bentley ve daha burada ismini zikredemediğim nice motorlu kardeşlerim, ruh ikizlerim, hepinizi seviyorum tabi ki ) daim olan şey mutluluk olmaz. işte böyle düşündüğüm zaman kendime de kızıyorum. ne demek hep mutlu olunmaz? mutlu olmak için yeterli sebebin ve mutsuz olmak için de hiç sebebin varsa mutlu olursun!!! iki kere iki dört! sinirlendim bak şimdi.

hemen evlere dağılıyorsunuz ve bana yarına kadar mutlulukla ilgili düşüncelerinizi yazıyorsunuz. mutluluk geçici mi yoksa kalıcı bir araz mı? mutlu olma sebepleriniz nelerdir, en fazla 5 seçeneği sulandırmadan, sadece konu başlıkları şeklinde yazınız. her soru 50 puan. son sorunun her şıkkını cevaplamayana puan muan yok. yok yine de ben ikinci soruya sadece 2 veya 3 ya da 4 seçenek yazarım hoca diyorsanız kağıdına 50 puan üzerinden bakarım haberin olsun öğrenci!...

hadi şimdi herkes evine, hadi hadi çabuk, hadi kapatıyoruz :-))))))

1 Şubat 2009 Pazar

s c h a d e n f r e u d e


soğuk ve puslu bir pazar gününden hepinize merhaba. öncelikle yazdığım anadilimdeki yazılarıma sabırla ( muhtemelen sözlük yardımıyla okuyup ) yorum bırakan okurlarıma teşekkür ediyorum. şu anda muhtemelen kendi kendim bir server ile konuşmakta, mesajların mütemadiyen yinelenmesinden oldukça aşikar bir durum, yine de otomatik yorum almak bile güzel :-))))

konumuza gelince; mutluluk, mutlu olma durumu.. nedir, ne değildir. bu konuyu inceleyeceğiz. herkes fikrini söylemekte serbest. ben başlıyorum; mutluluk içinde bulunması, uzun süre kalınması zor bir fazdır. hele yerleşmekse tümden imkansız. zaman zaman bulutların ardından görünen güneş ışığı gibi varlığını hissettirir ancak ebediyen elinizde tutmanız hayaldir. o kimi zaman buzdan bir top, elinizde korumaya çalıştıkça eriyip giden, kimi zaman ıslak parmaklarınızla dokunduğunuz bakır kablo, hemen bırakmak isteyeceğiniz. bazen de stp koşullarında bile edinmenizin olanaksız hale geldiği biricik kuştüyü yatağınızdır. içinde huzursuzluk da barındırır, kızgınlık, sinir, hafif endişe, merak ve itina barındırır. hepsinden birazcık. yeteri miktarda olursa tadından yenmez. herhangi birinin fazlalığında ve noksanlığında ise tadı değişir, herkesin ağız tadı farklı olduğundan kimileri farklı lezzetleri de denemeye girişebilir. yani izafi bir durumdur.

sadece mutluluk hayatın idamesine yeterli midir? bu işlerin uzmanı sayılmasam da; fikrimi söylemek istiyorum: evet yeter, mutluluk, gerçek mutluluk hayatın idamesine yeter. çünkü size güç verir, kuvvet, destek noktası verir, dayanma gücü verir, umut verir. pek çok optimist hareketin kaynağıdır. o kadar çok şey varki bu konuya dair size anlatmak isteyeceğim; kendi mutluluk kaynaklarım, mutsuzluklarım, yaşadıklarım. koca bir hafta hem tahmin edemiyeceğim kadar mutlu oldum hem de bir gökdelenin tepesinden aşağı düştüm. hepsini bir hafta içinde nasıl yaşadın diye düşünmeyin, bunlar bir saat içinde bile olabiliyor, tecrübeyle sabit. önce kendimi çok suçladım, çok saf, hatta salak, plansız, projesiz, öylesine ve dan dun, hesapsız, öngörüsüz yaşadığımı düşündüm. sonra suçlanacak başkalarını da buldum. çünkü bir hata varsa tek bir mesulü yoktur. en az iki bileşenli bir denklemdir bu muteber hata. üçüncü gün ise sorumluluğu kendimden tamamen atıp başkalarına yükledi içimdeki anaç ruh. herşeyden önce kendimizi korumalıyız ama öyle değil mi? uçaklarda dahi " önce kendi oksijen maskenizi takınız " demiyorlar mı?

şimdi mutlu olmanın ne olduğunu az çok anladıysak; o müstesna seviyeye ulaşmak için neyi göze alabileceğimize bir bakalım: işte bu aşamaya kadar mevcut olan sorulara ehven-i şer cevaplar verdiysek dahi bu aşamada paralize oluyoruz. neyi göze alabiliriz??? neyi? hayatta sanıyorum en korkak kişi benim çünkü sonunda mutlak mutluluk bile olsa oturan boğa olmanın verdiği atalet risklerden uzak tutuyor beni. neden yapamıyorum bilmiyorum. kimi zaman bahanem; karma oluyor. kimi zaman korkaklık. en son dün akşam " kar manastırı " kitabında " başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemez " yazıyordu. adeta bana bir mesaj göndermiş dharma. aslında merak etmesine gerek yoktu, çünkü benim zaten kendi mutluluğuma gidemeyişimin sebebi bu. sevdiğim insanların da sevmediklerimin de mutsuzluğunun benden kaynaklanması fikrine tahammülüm yok. oysa mutluluk bencil olmayı da barındırır derler. bencillik benim için başlı başına mutsuzluk kaynağıdır oysa. ne yapacağımı bilemeyip mutsuzluk denizinde boğulsam dahi başkalarının umutsuz hali beni mutluluğa eriştirmez.

ne yapmalı, nasıl yapmalı... herkesi eşzamanlı mutlu edecek çözüm bulmalı. nasıl bilmiyorum. aklım bu kertede karışıkken cevap bulamıyorum. zorlanıyorum. ne demek istediğimi bilmiyorum. aklımda sorular yok, sorulmamış sorulara cevaplar mevcut. sormak istediğim kendi suallerim de yok. duyacağım cevaplar hoşuma gitmeyebilir. to travel hopefully is better than arrival. gereğinden fazla sordum zati. cevapların yarısı kötüydü. diğer yarısı ise istenmeyen cevapların izlerini silemedi bile.

ey hayat sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın

hade herkes evine gitsin. bu blog işinden de vazgeçeceğim bir gün, yazmak ihtiyacında olduğum kelimelerle yayınlayabildiklerim arasında çok ciddi farklar var. artık yük oluyor sırtıma, dağarcığıma. sizi sevsem de ayrılmak istiyorum, büyüdünüz. kendi başınızın çaresine bakacak olgunluğa erdiniz. yormayın beni. sevgiyle mahsus öperim gözlerinizden :-)))))

12 Ocak 2009 Pazartesi

oggway oggway

abilerim ablalarım, hani benim şu herhangi bir giysiyi modayken giyememe, filmi izleyememe, yemeği yememe huyum vardır ya, işte o yüzden the secret kitabını ancak okuyabildim. kafama yatan kısımları olduğu gibi ( her daim pozitif ve açık olmanın insana kattıkları şeklinde ) oldukça safsata mealinde yönleri de var sanki. mesela evrenin bir katalog olması ve bizim bu katalogdan her istediğimizi seçebilmemiz. oldu, durun seçiyorum; bill gates'in parası kadar menkul, george clooney'in bizzatihi kendisi ve gisele bündchen bacımızın şekli şemali, yalnız paket yapın evde açıcam :-)

gerçi ben yazanlara inanıyorum da ( çünkü inanmazsan ebediyen olmuyormuş ) sizin inandığınızı sanmıyorum. içimden kendi kendime " yaa olum nasıl ya " diyorum, desteksiz geliyor, yine de sıradan çıkmayayım diyor içimden diğer bir ses, sonra kuyruğun en sonuna gitmek de var.

bir de şu durumum var canlarım; kendimi bir süredir oyuncu gibi hissediyorum, yani şöyleki; hayat bir film, evet uzun bir film. gerçi zaman göreceli bir mevhum, dolayısıyla kime göre uzun bir film olduğu meçhul. neyse konuya dönelim; hayatın kendisi de bir senaryo. hepimiz de rollerimizi yapıyoruz. başımıza gelenler bizim gerçek hayatımıza dair öyküler değil. bizim sergilememiz gereken haller. bu fikir insanı hem şizofrenik yapıya sürüklüyor hem de ayakta kalmasına yardımcı oluyor. ne tuhaf bir ikilem değil mi?

kendimi bir çuvaldan dışarı çıkmaya çalışan misketler gibi hissediyorum, çıkmaya kararlıyım. öte yanda kurumakta olan beyaz tutkalla kaplı yanım beni geri çekiyor. engelleyen ne, cesaretsizliğimi neye borçluyum, beni durduran gücün beygir gücü cinsinden kuvveti nedir bilmiyorum. farkına vardığım tek şey; yaş baş farketmez. hepimizin cesarete ve desteğe ihtiyacı var. yolu her zaman el yordamıyla bulamıyorsunuz. bazen ışık gerekiyor.

ışığınızın hiç sönmemesi dileğimle kapatırken keremocuğum için Allah'tan ışığın en güzelini, soruların en kolay çözülenini, hayatın en ballı olanını ve en önemlisi her daim sağlık ve huzur diliyorum. amin.

not : konu başlığına " ne alaka? " dememek için lütfen kungfu panda filmini izleyiniz. öyle geliniz

5 Ocak 2009 Pazartesi

pathetic sonata

hi everyone... yeni yıla yeni başlık olsun dedim ama yine " i feel blue today " çıktı. neyse siz zaten hazan ve hüzün seversiniz canım okurlarım. dün kendimizi nasıl hissettiğimiz konusunda tartışırken bizim kuzen bir laf söyledi, düşünürlerden birine ait bir laf; o kadar yalnızım ki ne kadar yalnız olduğumu söyleyeceğim kimsem bile yok...

benim yalnızlığımdan bahsedeceğim insanlarım var aslında da; sürekli sorun ve sorunsallardan bahseden biri olmak çok sıkıcı. buna bizzat ve şahsen kendim bile o kadar katlanamıyorum ki başkalarının yerine kendimi koyduğumda da problem dinlemenin çok sevimsiz bir şey olduğu kanaatine varıyorum.

sıralasam aslında sorunlarımı ve gereksiz yere sorun ettiklerimi buradan madagaskar'a yol olur. ne uzun di mi? 7500 kilometre. aralarında gerçekten herkesin sorun diye nitelendireceklerini seçsem herhalde buradan ancak oda kapısına kadar yer kaplar. ama gelin görün ki iktisatta öğrendiğim naçizane tek bilgi olan " kim neye ihtiyaç duyuyorsa gerçek ihtiyaç odur " tanımı benim şımarıkça problemlerimi teorem haline sokuyor. koskaoca bilim yalan söylemezzzz!!!! ayrıcana the man who loves you you hate the most and vice versa is also true.

bugünlerde yazılarımın oldukça anlamsız, karmaşık ve kısa olmasını düşünce durumumun da karmaşık, derinliksiz ve menfi olmasına verin arkadaşlar. the secret felsefesiyle ayakta tutmaya çalıştığım şu bünye ilk rüzgarda tavuk tüylerinden müteşekkil gibi dağıldı gitti. sanıyorum tavuk tüylerini katranla beraber kullanmamışlar. oysa katran ne bağlayıcı olurdu ha. hiç dağılmazdı ne güzel bir hayal. keşke red kit zamanında yaşasaydım ( red kit gerçek ya :-)))) ) hem o zamanda mevzu bahis olan tüm fenomenlerden de haberdarım.

oyyy oy. ben size daha ne anlatayım; yeni yılınız kutlu olsun, sağlığımız daim olsun, hep doğru kararlar verelim inşallah, rüzgar ekip fırtına biçmeyelim, hayat bayram olsa, keremo bu hayattaki en sağlıklı ve mutlu insan olsun, kötüler ve kötülüklerle hiç karşılaşmasın inşallah; amin...

hade dağılın, yine üşüştünüz başıma. zaten mp yine es geçti beni, ferrari yok, çiftlik yok, uzuuuun seyahatler yok. neyse böyle düşünmemek lazım; ne der yüce the secret ruhu; hayat kataloğundan seçtik bunları, teslimatı bekliyoruz. beklerken de hazırlanıyoruz. ben elmas mücevheratımı ve paralarımı ( para derken b.k gibi para yani, öyle yüzelli milyon euro filan yani ) derleyip toplamaya gidiyorum. bunları geneva'daki şatomun uygun bir yerinde stoklayacağım, onca menkul ile dolaşılmaz bittabi. seyahatin başlangıç noktası greenwich'teki mütevazi evim ( mütevazi dedimse inanmayın tabi; elli dönüm arazi üzerinde 12 odalı ev ).. arzu ederseniz buyrun gelin bize katılın bizeeee, hem oyuna hem söze şeklinde bir çocuk şarkısı vardı siz onu söyleyedurun ben geliyorum...