15 Ekim 2007 Pazartesi

duygudurum

irmik paketlerinde bizim lisanımızla " irmik " yazısının hemen altında " durum semolina " yazar. bunu pek bir itinayla öğrenmişimdir ancak hiçbir bulmacada çıkmaz. tüm bilgilerin bir gün elbet işe yarayacağını düşündüğümde sabırla bu bilginin kullanılacağı zaman ve mekanı beklemekteyim.

konubaşlığının yaptığı çağrışımla geldiğimiz bu noktadan esas konuşacaklarımıza gelelim artık. yine çok dolandırdım lafı biliyorum, hayır taksici olsam fazla para alabilmek için kurduğum hain plan diye düşünebilirdiniz. bayram hızlı, acılı, hüzünlü geçti. bir kaza, iki cenaze, gözyaşları... mehmet'in kuzeni ve eşi, iki çocuklarıyla yolculuk ederken kaza geçirmişler, çocuklar iyi ancak anne baba ebedi hayata göç etmişler. bu kuzenle tanışmamıştım ben, çocuklarıyla da. Allah müteveffaların anne babalarına ve çocuklarınaa hem sağlık, hem sabır versin inşallah demekten başka söz bulamıyorum.

gelelim bizim güzide bayram ziyaretlerine dersek; sadece iki ziyaret yaptım. büyüdükçe bayramların büyüsü azaldı benim açımdan, ben küçükken prens, kont, soylu duyguların insanı, dürüstlük abidesi, vay be ne dobra biri ya diye nitelendirdiğim kimselerin maskelerinin ardındaki yüzlerinin görünce ziyaret hevesim gitgide azaldı. sanıyorum şimdi de sıfır noktasında. bayram güzel, bayramlaşmak, ziyaretler hepsi çok güzel, mutluluk verici,gerçekten. eski günlerden konuşmak, küçüklüğünüzü bilen insanların yanında bulunmak, her evde süper tatlıların olması, derli toplu giyinip kendini sokağa atan amcalar, teyzeler, çocuklarının ellerinden tutmuş gezmeye giden aileler, topluluk ruhu, manevi yönü kuvvetli takvim günleri... hepsi güzel. beni körelten; az evvel tasvir ettiğim yaşlı amca ve teyzelere, çok çocuklu ailelere duyduğum hissiyatı ziyaret etmek durumunda olduğum insanlara duymamam. duymuyorum kardeşim, üstelik " sen birine ne hissediyorsan o da sana aynını hissediyordur " düsturuna inanmış biri olarak sizin de beni görmekten hazzetmediğinizi biliyorsam, ağzıma palyaço makyajıyla sabit bir gülümseme oturtup sizi ziyarete gelmeme de annem müsaade etmiyorsa elimden ne gelir? ( o makyajla hadi yine idare ederdim, fazla konuşmayıp sürekli mütebessüm halde oturan iyi aile kızı rolünü oynayabilirdim oysa ki )

keremo büyüyünce aynı ben gibi düşünürse ne kötü olacak. ya hiç düşünmeyecek, yormayacak o güzel kafasını ya da mutsuz olacak böyle garip bencileyin...

bayramın bana faydası, az ama öz topladığım bahşişler, ilk ve oldukça başarılı ayçöreği denemem, elma rendesi sayesinde olağanüstü lezzet kazanan muffinim ( hatta keremo gibi bir kek ustasının ağzından " anne bu topkek gibi olmuş " iltifatıyla taltif oldum ) :-)))) ve en önemlisi üç günü kuzu kuzu me ile geçirebilmem oldu. gerçi itiraf etmem gerekirse birkaç kez birbirimize girdik, kıran kırana kavgalar ettik filan.. arife günü mısırçarşısının yanında satılan hayvanları görmek için tutturunca, tüm çalışan annelerde olduğu gibi vicdanım bu emre itaat ettirtti beni. o kalabalıkta balık, kedi, köpek, fare, ördek ve muhtelif kuşlar gördük. pek öğretici bir seyahatti canım. bir ara gözden kaybettim keremo'yu, şöyle üç saniye kadar ve delirdim zannettim. dönüş tramvayında bir abla ve iki abiyle tanıştı küçümenin benim. her üçü de çok şeker tiplerdi. bir tanesi öğretmenmiş ve hiperaktivite ve konsantrasyon noksanlığından şüphelendiği için bir doktora gitmemiz gerektiğini söyledi. keremo çok hareketli olduğu için bu diagnosise varmış kendileri. oysa tutunmak için kullanılan barlara tırmanıp maymun gibi sallanması ve ya vatmanın oturduğu kabinin düz duvarına pençe vaziyetine getirdiği parmaklarıyla tırmanması bence hayvan sevgisinden. yani ben öyle düşünüyorum, hayvanları taklit ediyor. sürekli zıplaması ise aldığı kaloriyi harcamak içindir herhalde. benim ooolum hiperaktif olamaz!

geçen sabah gözlerini açtı ve bana ( zaman zaman beraber uyuyoruz itiraf ediyorum, keremo birbuçuk yaşına kadar kendi odasında ve yatağında uyudu. o sene amsterdam'da bir otelde o akdar kirli bir çocuk yatağı getirdiler ki; remy'yi bile orda yatırmam ben. eee ne oldu tabi, çocuk bizimle uyuyabileceğini keşfetti. sağolasın jolly carlton! ) " annecim bana istersen bazen oooluşum, bazen de oğlum diyebilirsin " dedi. izin veriyormuş yani. sağolsun tabi, eee çocuğu evropai standartlarda kendine güvenen, ne istediğini bilen şahıs olarak yetiştirmeye çalışırsan bu olur. ne olur; ilk önce vize olayını öğrenir eşşolubeşkulak. senden mi izin alcem ben sana nasıl hitabedeceğime dair? oooluşum, kuzum, kazım, kurbağalıderem, fazulyem, böcüüüüüm, solucanım, koalam, fışfışım, dorutayım, kapuskam... öperim milyon kez o hiç izin vermediğim gıdından, hatta uzun uzun koklarım da... ohhh be ne güzel şeymiş şu internet, blog olayı filan. istediğini yapabiliyor insan :-)

hadi ben kaçtım, son bir şey söyleyip; bugün eve bilgisayar götürüyorum. eğer bu yüzyılda internet bağlatmayı da başarabilirsem daha sık ve enteresan yazılar yazabilirim ve de iş saatinde yazı yazıyorum diye vicdan yapmam. oooh misssss. hadi öperim hepinizi bayram münasebetiyle. kapının ordaki şekerlikten alın kısmetinize düşenleri. birer birer alın, benim gibi beşer onar yiyip baaarsak spazmı yaşamayın canlarım benim



Hiç yorum yok: