2 Ekim 2007 Salı

zübüklükler

cumadan beri başıma gelen zübüklükleri sıralamak istiyorum sizlere canlarım...
cuma günü taksim'de bir müşteri görüşmesine gitmek için bakırköy'den otobüse bindim. benim öksürük krizim otobüste en fecisinden nüksetti. sanıyorum otobüsteki kimse birbirini tanımıyordu, konuşan insan sayısı sıfırdı, otobüsün susturucusu da muhteşem çalışıyordu motor gürültüsü filan minimumda, izolasyon da iyiydi ve dışardan da ses gelmiyordu dolayısıyla ortamdaki tek ses benim gürül gürül öksürmemdi. ben susmak istedikçe boğazımda dolaşan minik karıncalar yürüyüşlerini hızlandırıyorlardı. korkunctu ne diyeyim. önce merter'de sonra topkapı'da, haseki'de ve unkapanı'nda ataklar geldi. şişhane'de otobüsten iner inmez son krizi atlattım. toplantım bitti. şirkete dönerken birlikte geldiğim arkadaşımın acilen kendi şirketine dönmesi gerektiği için daha fazla sıkıntı yaşamasın diye kendim gitmeyi teklif edip arabadan indim, çoğu zaman yaptığım gibi yanlış yerde tabi ki :-)... elimde koca bir çanta ( hatta valiz ), kendi postacı çantam ve ben olmadık yerlerden geçerek nesrin'in bizi alacağı noktaya vardık. varana kadar da pek çok şoföre dişlerimi göstermek zorunda kaldım. yol kenarında elinde valizle yürüyen bir bayan görmek sinir ediyor olmalı onları. ben öyle anladım.

cumartesi iş çıkışı küçük bir alışveriş turu, eve benden önce gelen misafirime yetişme paniği ve de keremo'yu anneanneden alma işleri vardı. neyse ki ( büyük ) bir kısmını yüksek halletti. keremo'ya yemek yedirdikten sonra sohbete koyulduk derken kendileri gelip " annecim özürle banyoya gider misin ? " dedi. bu felaket anlamına geldiği için koştum, arkadaş havlu asacağının tıpa gibi olan kapaklarını sökerek lavaboya tıkaç yapmış. hemen akabinde suyu da açarak kendine suni gölet oluşturmuş. sular banyonun zeminine taşıyorken yetiştik. banyo silindi, kurulandı, keremo'nun suları süzülen giysileri değiştirildi. bu kez de küçük böcüğüm odasını dağıtarak dikkatimizi çekmeye çalıştı. ama ne dağıtmak! firuzan gittikten sonra ise adeta bir kuzu gibi odasında kendi kendine meşgaleler bulmaya başladı. sonra mutfakta yerde çömelip kurbağa misali sandalyenin üztüne zıpladı ve kendi kendine " ihtimali olmayan bir şeyi gerçekleştiriiim " diye tezahüratlar yaptı ( bense dumur vaziyette, nasıl yani; ihtimal ??? ) uzunca bir süre oda toplamaya karşı çıktı ( benim tiz sesimin ne denli yüksek tonlarda çıkabildiğini anlayıncaya kadar ) sonra odasını da topladı neyse ki...

o günü de öyle böyle atlattık

pazar sabahı keremo saat yedide " anne bak bu hasta " diye can çekişen bir böcek getirdi. nerden buldun bunu, ıyyyy çığlıklarım sebebiyle keremo yere yattı, sırtüstü yattı, ayaklarını ve ellerini kaldırıp düzensizce sallayarak kımıl kımıl bir böcek taklidi yaptı ve böceği neden kaldırıp getirdiğini söyledi. çünkü böcek " imdaaat, arkadaşlarım bana yardım eden yok muuuu ? " diye bağırıyormuş :-)))) aynı gün anneme yemeğe misafirler geleceği için ben de pasta, ekmek ve kurabiye yaptım. keremo ile onları anneannemize bırakıp dışarlarda gezmekti planımız; hava da çok güzeldi. ancak annemlerde kapıdan girer girmez " şu kereviz salatandan yapsan " talebi " havuç salatandan yapsan ", ardından " su böreği yapsan ", pilav, patlıcan, şu bu derken tam 32 kişilik dev bir aç ordu bastı evi. yemek servisi, bulaşık, çay servisi, bulaşık, tatlı servisi, bulaşık, on kadar çocuk, bir ameliyatlı hastamız, isviçre'den o gün gelmiş dayılar, balkonda gizlice sigara içenler... anlatılamaz nasıl etnik, avantgarde ve sürreal bir grup olduğumuz. maskeli onlarca yüz birarada. tesadüf eseri keremo'nun büyük kanepe ile duvar arasına sıkıştırdığı ödevini bulduk ( !!! ). nasıl bunu düşünebilmiş anlayamadık, küçücük boyama ödevi zaten, niye yapmak yerine saklarsın ki? sonunda keremo'nun uyuması gerektiği için ikimiz eve döndük. " maalesef anne bugün de bu evin tuvaletine gitmeyeceğim " diyerek iki haftadır büyük tuvaletini yapmayan oğlum nihayet gerçekleştirdi bunu, ben de boncuk bulmuş gibi oldum ve bugün de bitti :-) bu kadar sevinmemem gerekirdi aslında, hakikaten o da boncuk olduğunu düşünecek, üff sevindim işte n'apabilirim?

pazartesi günü sabah hazırlanırken eldiven takmak istedi; annecim buna uygun mevsim değil şimdi, eldiven takma dedim. niye, sonbaharda değil miyiz? diye cevap verdi bana. okula gitmeden önce kırtasiye alışverişi, okula gidiş, iş yerinde yoğunluk ve yorgunluk, akşam yemeğini yapacak usta hastalandığından yine onca kişiye yemek hazırlığı, sonrasında yine bulaşık :-(... bu arada bir arkadaşım telefonla " 63 ve 38 " sayılarını aklımda tutmamı, çok önemli olduklarını da unutmamamı söyledi. haydaaa, bir sayı tutmaca eksikti. zaten sayısal sebebiyle neredeyse rakamların 1'den 49'a kadar olduğunu iddia etmek üzereyim, bir de bu sayılar mı çıktı... sonra bir kaç yere numune bırakma / almayı takiben eve varış. cumartesi gelen konuklardan biri isviçre'de bir televizyon programında yaramaz, hiperkatif çocuklara yönelik yapılan ehlileştirme ( ! ) harekatını anlattı ( keremo ilerde bunları okursa herhalde bu cümleye çok kızacaktır, kusura bakma kuzu kuzu me ama sende beni zıvanadan çıkarıyorsun çoğu zaman ). şöyle ki; bir kartona çocuktan beklenen olumlu davranış mesela " sabah akşam sütünü içmen " yazılır, günler ve tarihler de işaretlenir. çocuk o gün olumlu hareketi gerçekleştirdiyse gün ve eylemin kesiştiği haneye gülen suratlı çıkartma, aksi durumda ise asık suratlı çıkartma yapıştırılıyor. normalde bir eylem için bir çalışma yapılırken benim gibi maymun iştahlı ve aceleci bir annenin listesi; sabah-akşam sütü, uyku, anneanneyi üzme, ödevlerini yapma, günlüğünü yazma, diş fırçalama gibi uzuuun kalemlerden oluşuyor. dün çok hevesle ilk günü biraz asık surat, biraz gülen surat atlattık.

bugün sabah sütümüzü de içip gülen suratı yapıştırdık, ardından " anne hadi gidelim. bir an önce okula gitmek istiyorum " dedi. nasıl mutlu oldum, nasıl. sonra yüksek işe giderken keremo'nun okula kum torbası ihtiyacından dolayı gittiğini, diğer çocukları hırpaladığını, öğretmenin diğer çocukların şikayetçi olduklarını söyledi. ne hale geldim görmeliydiniz. neden uyumsuz benim çocuğum, niye insanları hırpalıyor, nasıl yani, biz ona bir kez bile vurmadık o neden buna meyilli ki, acaba biz ona vursak dayağın kötü olduğunu anlar mı diye onlarca soru geçti kafamdan. yüksek de önce seviniyordu " heh hee, bizimki herkesi dövüyor " diye, hiç de iyi birşey olmadığını anlatınca da gidip keremo'yu öğretmene şikayet eden çocukları ispiyoncu diye kınamaya başladı, hatta anneanneye bu durumu anlattığı için öğretmeni bile hafif muhbirlikle suçladı ya. annem, okula gidip öğretmenle yüksek'in konuşması gerektiğini söylüyor; gitsin anasınıfına, diğer velilerin ortasında " sizin çocuk uyumsuz, kavgacı, diğer çocuklara çok sataşıyor, evde kavgayı teşvik eden hareketler yapmayın " desin, görsün gününü diyor. sanki bir evde devamlı boks yapıyoruz.

oldukça karışık bir yazı oldu, kaale almayın. hatta okumayın bu yazımı. direkt kafa karışıklığı olarak dökmüş olayım eteğimdekileri...

öptüm sizi şekerler

Hiç yorum yok: