24 Eylül 2007 Pazartesi

ruhun halleri


insan ruhunun kaç hali vardır acaba? sayan olmuş mudur? acaba seda saymış mıdır? ( mesela bana okulda sesimin kaç desibel olduğu hep " en zeki arkadaşlarımca " sorulmuştur ) diyorum ki, haleti ruhiyelerine söz geçiremeyen, huzursuz, anksiyete mağduru, hiperaktif ve bir yandan da eylemsizlik moduna girmelerine çeyrek kalmış olanlar; sizlere sesleniyorum. biraraya gelsek, ne güzel bir negatif enerji patlaması olur di mi? şahsen ağzım sulandı; şöyle bir mizansen tasarladım hatta; en önce ben gelmişim buluşma yerine, asık surat, siyah kazak, eski bir denim pantolon, siyah bir ayakkabı giymişim. asık suratımdan tanıyamazsanız giydiklerimden tanırsınız beni. ilk gelen mesela, meselaaaa ayşe adında bir arkadaş olsun. giriş cümlesi " hasta mısın sen, neden topluyorsun bizi buralara " merhaba filan yok!!! gıcığız ya, herşeyin antisiyiz ya. kimsede kendini başkalarına sevdirme kaygısı da yok zati. sonra diğerleri geliyor, kimi buluşma yerini beğenmiyor, kimisi bu yeni tanıştığı insanlara gıcık olmuş. bir kısmı buluşma tarihini beğenmemiş, fazla vakti yokmuş filan. hatta herkes aynı şeyi giyse, mesela tek zorunluluk bu olsa. ismini yazdıran herkes tamamlanınca sırayla sinir olduğumuz şeyleri anlatsak. ben seramik ve beyaz zeminlerde yere düşen saç / kıl gibi şeylerin görüntüsü diye başlasam.

ve sıralasam:

2. otobüs ve minibüslerde iki kişilik koltukların birbuçukluk kısmını kaplayan insanlar

3. konuşurken dibime dibime yaklaşan insanlar

4. mesela birine " ben bu akşam rahatsız olduğum için gelemeyeceğim, arkadaşlara söylersin " diye rica ettiğimde onun bu cümleyi " hııı o bu akşam gelmiycek " diye aktarması

5. keremo'nun mızmızlanıp yemek yememesi, süt içmemesi ( yani günde üç kez tekrarlanan sahneler ) buna mukabil kola, canlıca ( canlıca diyor adam ya :-))) gibi asitli içeceklerden galon galon içmek istemesi

6. gece uyandığımda mutfak veya banyoya yöneldiğimde ben geliyorum diye aceleyle o mekanları boşaltan hamamböcekleri, hayır rahatsız etmek değil niyetim. niye kaçıyorlar anlamıyorum

7. ismini zikretmek istemediğim, bir kaç yazıma konu olmuş bir kaç insan; dürüst olmadıkları için sinir oluyorum. sırtımı onlara asla dönemiyorum. bununla birlikte içimde onlara beslediğim duyguları asla da ifade etmemem gerekiyor ( terbiyesiz olmamak için )

8. durağa geldiğimde kaçan otobüsün egzost gazını yüzümde hissetmek

9. Allah'ım beni affet ama tüm tren, otobüs, vapur ve sair toplu taşıma araçlarındaki muhtelif kokular

10. başkalarının ayakkabılarına dokunmak, düzeltmek zorunda kalmak filan ( mesela misafir geldiğinde gitmesine yakın bir ayakkabı düzeltme ritüeli vardı bizim evde, sinir olurdum. evde küçümen olmasa ayakkabı ile girilmesini sağlayacağım ki böyle bir işkence olmasın. gerçi bizim evde böyle kurallar yok, ayakkabısını giymek isteyen düzeltir kardeşim ! )

11. en sevdiğim hobim olan para biriktirmeye başladığım saniye ortaya çıkan beklenmedik giderler

12. trafikte kendilerini en iyi şoför zanneden tayfa. oysa ben onlardan daha iyi sürücüyüm. bu böyle biline

bu liste uzar gider, otomobil uçar gider. düşünün toplantıda 12 kişi var ( twelve angry men'e atıfta bulunaraktan ) ve herkesin böyle uzayıııp giden ( o tren yollarııııı ) listeleri var. toplantı sonunda da masaları, sandalyeleri devirip birbirimize şöyle en temizinden sopalar çekip tüm stresimizden ve gerginliğimizden arınmış olarak evlerimize doğru yola koyuluyoruz. adeta hamur gibiyiz hamur, çamur sıçratan arabaya, el kaldırmanıza rağmen durmayan boş taksiye tek söz edecek halimiz kalmamış. ne güzel di mi?

hadi ben kaçtım

not ( bu not size değil sayın okurlarım ): sayın yüksek yargı organları bu yukarda yazdıklarım bir senaryodur. fiction yani, gerçeklikle veya provokasyonla hiçbir alakası yoktur hakeza intihalle de. tamamen kendi zihnimin uydurduğu abuk subuk bir nesir eserdir. lütfen halkı galeyana getirdiğim sanrısıyla blogumu kapatmayınız. yok illa kapatacağız diyorsanız da lütfen psikologumun seans ücretini size fatura etmeme müsaade ediniz. bu zıp zıp düşünceler beynimi kemiriyor, paylaşmazsam durum vahim olur inanın. saygılar sunarım.

2. not ( bu not sizin içindir sevgili okurlar ) : ben ve arkadaşım deniz ( hani ardıç'ın annesi ) bir gün beş yıldızlı otellerde deniz'in şirketi için toplantı yapılabilecek en makul ve güzel yeri arıyorduk. taksim'de büyük bir otelin ( ismini söylemeyeyim ) ilgili müdiresi bizi ağırlarken toplantı salonlarına çıkmak için asansöre bindik. son anda asansöre aynen benim gibi giyinmiş ( siyah balıkçı kazak, siyah dizüstünde kaban, koyu renk denim pantolon, siyah botlar ) oldukça yakışıklı bir adam bindi. şaşkın bir halde kısa süre birbirimize baktık. ben kimseye uzun uzun bakamam zaten ( eğer o kimse fotoğrafta değilse, hatta fotoğraftaysa bile uzun uzun bakamam. beni görüyor gibi geliyor, rahatsız oluyorum ). deniz'le biz çaktırmadan gülmeye başladık. yüksek katlardan birinde adam indi, ben de hemen peşinden seğirttim ( adamın yüzüne bakamıyorum uzun uzun da peşinden koşabiliyorum :-)))) ) ardımdan deniz seslendi " geri dön, biz bu katta inmiyoruz " dedi. müdire hanım da benimle eğlenirken bir de ek bilgi verdi " o bey .....................'ydi. otelimizin sahibi ! "... bir hafta sonra da gazetelerden birinde bu ruh ikizimin sosyetik bir hatunla evlenme törenlerinin fotoğrafı vardı. sonra kendisinden başka haber alamadık. bitti yani. sıkılmıştım zaten. her bakımdan beni taklit eden birisi, ııhh hıh, hoş diiil.

bu arada bir keresinde zürih sokaklarında charlie sheen'i gördüğümü ve bana gülümsediğini anlatmış mıydım size? ama ona da resti çektim, yürümez böyle, bırak peşimi dedim.
bono da ne yazık ki benden rest gören hayranlarımdan biridir. gerçi onu biraz fazla kırdığım için yakında kendisini ziyaret edip " en azından dost kalalım " diyerek gönlünü almaya çalışacağımdır. ne yapayım, huyum kurusun, biraz kaprisliyimdir. bende bitti mi bitmiştir, dönüp arkaya bakmam!

iyi günler diliyorum size
3. ve son not: en yukarıdaki foto keremo'nun daha bir ( 1 ) yaşındayken fotoğraf makinasını istediği ve vermediğim için buhranlara girdiği, afra tafra anında çekilmiş bir görüntüdür. gıdısını yeme isteği uyandırıyor bende feci şekilde. ancak kerata artık yanağına öpücük bile kondurtmuyor, nerde kaldı gıdıdan öpmek? başım ağrıyor.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Oi, achei seu blog pelo google está bem interessante gostei desse post. Gostaria de falar sobre o CresceNet. O CresceNet é um provedor de internet discada que remunera seus usuários pelo tempo conectado. Exatamente isso que você leu, estão pagando para você conectar. O provedor paga 20 centavos por hora de conexão discada com ligação local para mais de 2100 cidades do Brasil. O CresceNet tem um acelerador de conexão, que deixa sua conexão até 10 vezes mais rápida. Quem utiliza banda larga pode lucrar também, basta se cadastrar no CresceNet e quando for dormir conectar por discada, é possível pagar a ADSL só com o dinheiro da discada. Nos horários de minuto único o gasto com telefone é mínimo e a remuneração do CresceNet generosa. Se você quiser linkar o Cresce.Net(www.provedorcrescenet.com) no seu blog eu ficaria agradecido, até mais e sucesso. (If he will be possible add the CresceNet(www.provedorcrescenet.com) in your blogroll I thankful, bye friend).