10 Eylül 2007 Pazartesi

homme homini lupus

"ODTÜ’den Prof. Ayşe Karasu’nun şüphesi üzerine, uluslararası elektronik makale arşivi arXiv yönetimi, Türk fizikçilerin makalelerini masaya yatırdı ve 4 üniversiteden 15 Türk fizikçinin toplam 67 makalesinin intihal olduğunu belirleyip dünyaya duyurdu." ntvmsnbc'de yayınlandı bu haber. haberin ana başlığında arXiv'in kendiliginden bunu tespit ettiği izlenimi vardı. detayda ise bir profesörün şüphelenip, araştırıp, haklı olduğunu anladıktan sonra da ihbar ettiği yazıyordu. yorum yapmak istemiyorum, bilgi edinilmeli, birinden edindiğimiz bilginin aynısı kişisel birikimimizmiş gibi ortaya konmamalı. kopya nasıl ecnebi ülkelerde çok mühim ve kişinin eğitim hayatına damga vuran bir suçsa bizde de bunun üstünkörü bir uyarıdan daha vehametle ele alınması konusunda hemfikirim yazıda adı geçen insanlarla. ilave etmek istediğimse; ülkemizde nelerin hırsızlığı yapılıyor, nelerin. inanmazsınız benim bu sefil yazılarımı bile kendileri yazmış gibi gösterenler var. nasıl? inanmadınız mı? iyi peki inanmayın, zaten ben uydurmuştum, daha magazinel oluruz belki, okur sayımız artar diye. kaç kişi olduğunuzu anlamak için sağdan saymaya başlasam yüzük parmağına gelmeden durmam gerekir. asparagas haber istemiyorsanız o zaman okuyucu bulun diyeceğim ve asıl konuya geçiyoruz. buyrun, lütfen rica ederim siz buyrun. herkesin oturacağı yerler isim kartlarıyla işaretlenmiştir. lütfen kendinize ayrılmış bölüme oturmaya dikkat edin.

bu cumartesi hiç işe gidesim yoktu ( her zaman koşa koşa çalışmaya gelirim, bir şevk, bir heyecan... bu cumartesi gelmedi işte ). şöyle kapalıçarşı görmek istiyordum. iş çıkışı gitsek diye konuştuk yükselle. o da rahatsızlanınca vardım eve kaptım keremo'yu. aldık nevalemizi ( marketten süt, su ve kekten mütevellittir nevalemiz daima ) bindik metroya doğru beyazıt. the grand bazaar'a giderken etrafımızdan geçen pek çok araç kerem'in beni öyle kuvvetle çekmesine sebep oldu ki :-) nasıl hızlıca çekiyor " anne kenara gel, araba sana çarpmasın " diye açıklama da yapıyor. seviyor bu çocuk beni.. kapalıçarşı'da dolaşmaya başladık. kuyumcularda bana büyük taşlı ve süper gösterişli yüzükler beğendi. birkaç gün evvel bir ayakkabıcıda onbeş santim kadar topuklu, rugan kırmızı bir ayakkabı beğenmişti de almamıştım. çocuk ihtişam seviyor. malum yüzükler benim bütçemi fazlasıyla aşacağı için " sonra alırız, bir kaç yıl sonra " diye ikna ettim kendisini, bedesten'e yöneldik. bedesten yolunda bir kaç magnet almaya karar verdi keremo. bir, iki derken beş tane cillop gibi, fayanstan bozma magnetimiz oldu. dükkanda çalışan çocuk - yıllar sonra ilk kez sevimsiz magnetlerden beş tane alan birini bulmuş olmanın sevinciyle - bir tane de hediye etti. sırtımızda çantamız ( keremo'nun küçücük sırt çantası, içine ancak cüzdan sığıyor ), elimizde fayanslar mahmutpaşa'dan aşağı inmeye başladık. bizim aval aval etrafa baktığımızı gören esnaf sünnet kıyafeti satmak istedi. keremo da " anne alalım mı hem sünnet olmuş olurum ben " dedi. safım benim. kıyafeti giymenin sünnet olmak olduğunu zannediyor. " babanla gelip alırız bir gün, hem zaten senin sünnet olmana daha var " dedim. bir çeşmede ellerini yıkadı, t-shirtünü ve pantolonunun bir kısmını da. sonra kucağıma gelmeye karar verdi, kalabalıkta etrafı görmüyormuş. kucak yetmeyince de omzuma oturdu. o zaman normal insan boyuna geldi bence, ben kısayım, onca yükle iyice kısaldım. keremo omzuma oturunca etrafı görmeye başladı. hani renkli renkli plastik küçük halkalar satılır ya seyyar satıcılarda; renkli kalemlerle çok süslü çemberler filan yaparlar hatta. onlardan aldık. tüm spor malzeme satanlardan çocuklar için bilekli spor ayakkabı sorduk, yokmuş. bizde mısır çarşısı'na gittik. bizimki hayvan satılan dükkanları önceden biliyormuş, gidip muhtelif hayvan ziyareti yaptık, yavru ördeklerin gagalarını sevdik, yirmi dakika kadar!!!. yavru farelerin tüy, ağız ve ayaklarını da unutmadık. keremo onları da remy zannetti ( bkz. film ratatuy ). almak için ısrar etti de ben sadece remy ile akraba olduklarını, remy'nin mavi ve çizgi film olduğunu anlattım ( nasıl ama çok bilinçliyim değil mi? )

sonra mısır çarşısı'nda keremo oraletleri gördü, biz eve asla almayız. nasıl tanıdı bilmiyorum. hemen bir kaç tane kapıp ağzına atınca mecburen satın alalım dedim. adamlar hediye etmek isteyince " azıcık olsun o zaman " dedim diye nasıl ağlamaya başladı nasıl... başka bir dikkanda da farklı renkte ( kiwili, portakallı, kuşburnulu filan olduğunu söylediler. ama kiwili olan resmen fosforlu renkteydi ) oraletler görüp saldırdı. satıcı yine hediye etmeye kalkışınca mecburen karabiber filan satınaldım bende. mısırçarşısı'na o gün tüm istanbullular gelmişti. çarşıdan yeşilköy otobüs durağına yirmi dakikada ulaşabildik, elli adımlık filan bir yol, bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen. nasıl kalabalık, nasıl alışveriş hadisesi. keremo bu arada kalan oraletlerin olduğu poşete içme suyu ilave ederek kendine ikram etti. bunu nereden öğrenmiş bilmiyorum, biz hiç yapmıyoruz öyle içecekler, cidden. poşetteki tozla su kaynaşsın diye nasıl çılgınlar gibi sallıyordu görmenizi isterdim, sırada bekleyenler stresli; torba elinden kurtulur da üzerimize patlar mı acep şeklinde. yarı uyku yarı uyanıklık modundaki yolculuğumuz benim durağı kaçırma paniğim sebebiyle üç durak önce kapıya yanaşıp keremo'ya şoförle muhabbet fırsatı vermemle eğlenceli hale geldi. tüm düğmelerin ne işe yaradığını öğrendik, komik ve sabırlı bir şofördü. inerken bize iyi akşamlar dediğinde keremo adamı karizmatik bulmaktan vazgeçti; biz eve gitmiyoruz ki. daha galerla ( galerla bizim evde galleria'ya verilen ad )'ya gideceğiz, şoförün haberi yok dedi. şoför bizim herşeyimizi biliyor ya, bunu da bilmeliydi, çok ayıp. galerla'da da ayakkabı bulamayıp süper bır kılıç aldık. gerçek bir kılıç diyor keremo. sonra yol boyunca insanlara batırdık kılıcı, denedik, kimse ölmüyormuş neyse ki bizim gerçek kılıçtan. sonunda ninjayla ben eve vardık, banyo yapma, yemek yeme gibi ritüellerin ardından ikimizde postu yatağa zor attık.

yatmadan önce halkalardan renkli resimler yapmayı denedik, satıcının öyle kolaylıkla yaptığı şekillerin hiçbirini ortaya çıkarmayı beceremedik, eğer trapez, resim, geometri, roket kullanımı dallarının bir veya birkaçında başarılı değilseniz denemeyin derim. seyyarsatıcı kılığındaki ustaları da tebrik ederim, tek tek.

çocukla çocuk olmak yorucu bir iş.
not: foto yok çünkü kendi çektiklerimden başka fotoğraf kullanmaktan hazzetmiyorum. makinamın şarjı olmadığı ve içi de fotoğraf dolu olduğundan yeni foto da çekemiyorum. evdeki kablo kalabalığından sıkıldığım için bir akşam tüm gereksiz (!) kabloları poşete koyup çöp konteynırına attım. mehmet gelince anlattım nasıl o gelmeden hemen ortadan kaldırdığımı, o da gitti kabloları tekrar getirdi. işine yaramayacağını düşündüklerini tekrar attı, bir kısmını da kendine ayırdı. işte o yaramaz dediğim kablolar benim makinamın şarj ve aktarım kablolarıymış. bizim sokakta çöpler her akşam toplandığı için ya gidip halkalı çöplüğünde deneyeceğim şansımı ya da yeni kablo satınalacağım, kimseye çaktırmadan. yani bekleyin derim arkadaşlar. thank you for your patience

Hiç yorum yok: