18 Ekim 2007 Perşembe

mahpus fotolar


dijital kameramın kablolarını ( hem şarj hem de içerik aktarım kablosunu, USB mi ne diyorlar ) hani yanlışlıkla (!) çöpe atmıştım ya, işte nihayet sipariş ettiğim yeni kablolar geldi. kamerada mahsur kalan fotolar kurtarıldı. bir kaçını sizle paylaşacağım. kendi fotomu da yayınlayacağım, üç kız kardeşimle beraber çektirdiğimiz bir fotomuzu hemi de... bekleyin
keremo çok komik, sütün inekler va anneler tarafında yapıldığını teşhis etmiş, devamlı bana " sen de bir ineksin " diyor. babasına da " öküz ". çünkü ineklerin erkek olanlarına öyle denirmiş. kendisi de danaymış. dün ilk kez ödevini yaptı ( burada alkış efekti alalım ) ve arkadaşlarının da hiç ödevlerini yapmadıklarını, bu duruma öğretmenin çok bozulduğunu ve nasıl kendisi bugün ödevlerini bitiriyorsa ( kalanını aynen onun cümlesiyle veriyorum ) " gayet arkaşlarımda titizce tamamlarlar bugün ödevlerini sanıyorumki " dedi. biz mehmet ile sadece bakakaldık. tabi, gayet tabi, dedik ve çıktık odadan.

bizim evde iki erkek bir de kız varmış. o yüzden erkeklerin sözü geçermiş, çünkü onlar iki taneymiş. siyah renk ile benim adim cok benziyormuş o yüzden benim en sevdiğim renk siyahmış.

bayramın ikinci günü, sabah dokuzda taksim'de yağmurda dolaşırken kapüşonlu montumla ıslanmıyor olamama rağmen ayaklarının ucuna kalkarak beni de şemsiyesinin altına alma çabasını görmeliydiniz... akşamüstü de yüksek'le dışarı çıktılar. eve dönerlerken ( keremo bir bahane bulup çile odasına dönüş yolunu uzatmalı ya ) " yük sana kahve ısmarlayayım mı? " demiş. girmişler meşhur bir kahveciye, yüksek'e " sen otur ben sipariş veririm " diyerek kasaya yönelmiş. siparişi alacak olan kıza " bize iki kahve, bir de ben şu tatlılardan bir tane istiyorum " diyince kız şaşkınlıkla yüksek'e dönmüş, yüksek de siz ona portakal suyu verin diyerek akıllıca bir yönlendirme yapmış. nasıl babacan, nasıl koruyucu diyor yüksek. eve döndükten sonra pucca adlı bir kahramanı olan çizgi film serisini bir izledik.. bugün altıncı gün olacak hala da izliyoruz. ezberledim ben tüm maceraları. hepsinde garu ( pucca'nın sevgilisi ) maceraya atılıyor, yüzüne gözüne tam bulaştıracakken pucca gelip olayı çözüyor kimi zaman zekasıyla kimi zaman kuvvetiyle... pucca bir kız olmasına rağmen ( aslında bir kız olduğu için desek daha doğru olacak ) garu'dan ve filmdeki diğer tiplemelerin hepsinden daha güçlü. aslan pucca. ne varki bu heroic karakterin besin kaynağı garu'dan alacağı öpücük. hain garu'da öyle diretiyor ki öpücük vermemek için. aynen benle keremo gibi. aman kendini öptürmesin, erkek adamlığına zelal gelmesin de.

bu akşam da pucca izlemek zorunda kalırsak annemin evine döneceğim, psikolojik işkence var bizim evde. pucca var, makarnayla dünyayı dolaşıyor, ay küresi için dağlara tırmanıyor, film çeviriyor, pinpon oynuyor, faal ötesi bir arkadaş. işte o pucca yüzünden oceans thirteen'i izleyemedim henüz. zavallı cd öylece bekliyor sırasını...

günlerdir saçlarım trajik halde. o kadar biçimsizler ki ne yapsam şöyle derli toplu durmuyorlar. hepsi adeta bağımsızlıklarını ilan eden cumhuriyetler gibi. tüm teller ayrı bir yöne doğru duruyor. bir gün şapka, bir gün toka idare ediyoruz bakalım. saçları bu kadar kötüyken bir female kendini nasıl hisseder bir düşünün; işte aynen öyle hissediyorum.

hergün anlamlı anlamlı rüyalar görüyorum, kendim de şaşırıyorum gördüklerime, film gibi resmen. hepsinde ya bir olayı çözüyorum, ya olay çıkarıyorum, birkaç gün sonra o rüyanin yeni episodu geliyor filan.

dünyaya yeniden gelirsem; reenkarnasyon olayı, aşçı olmak istiyorum. remy gibi. damak tadı sahibi, leziz şeyler pişirebilen, yemek yoluyla da olsa insanlara özledikleri zamanları hediye edebilen bir usta.
umut etmekten vazgeçmeyince hayat daha güzel, daha tutunulası... şöyle sarılıp öpesim geliyor hayatı, çok güzelsin ve iyi ki varsın demek istiyorum. seviyorum seni, bana verdiklerini. ya tanışmamış olsaydık demek istiyorum kendisine. ne çok şey kaçırırdım, keremom, ailem, arkadaşlarım, otomobiller, seyahat özgürlüğü, ooo daha neler neler.

bu bugün için ruh halim olduğundan kelli böyle pembeötesi bir yazı okuyorsunuz, kıymetini bilin; öncelikle kendinizin, hayatınızın, sevdiklerinizin, renklerin, seslerin ve herşeyin aslında. rahmetli altan erbulak'ın bir lafı var, çok çok severim; herkesi sevmek zorunda değilim ama sevdiklerimi her an kaybedecekmiş gibi severim.

öpüyorum sizleri, çok çok, içten içten , karşılık beklemeksizin, hade yine iyisiniz bu ayki aidatları sildim. bedavaya yazılar, istediğiniz gibi okuyun, istediğinize de okutun. hatta bu mutlu hissiyatımız şerefine yıl sonuna kadar parasız. öfff az önce telefonda iltifat yoluyla kendi sattığı ürünleri almamı sağlamaya çalışan oooz'un dediği gibi nambır van'ım ben.

bu fotodakileri size sırayla tanıtayım; sol üstteki ben, yanımdaki kızkardeşim, sol alttaki diğer kızkardeşim, sağ alttaki de daha diğer kızkardeşim. en büyükleri benim. diğerleri benden küçük yani. anlaşılmayan bir nokta varsa diye bu kadar uzun açıkladım. hiçbirimiz birbirimize benzemeyiz, birimiz sakinliği sever, huzur içinde battaniyesini alıp uzanarak kitap okumayı, bir diğeri yemek yapmayı, biri otomobil yarışlarından hoşlanır. ötekisi seyahatten. bunca farklı niteliğe rağmen nasıl iyi anlaşıyoruz birbirimizle bilseniz... neyse başka bir yazıda bahsederim artık kardeşlerimden, bu yazı çok uzadı. dördümüz de size selam gönderiyoruz. iyi günner... hünnap


Hiç yorum yok: