6 Ağustos 2007 Pazartesi

adana'nın yolları taştan



bir önceki yazımı okuduysanız burnumun direğinin sızladığını müsebbebimin keremo olduğunu bilirsiniz ( okumadıysanız da okumuş gibi yapın arkadaşlar ). işte o hadise burun direği değil, gönül teli titremesiymiş. minik kuşum bana seyahati boyunca telefonda " anne doktorlar film çekti, kolum üç hafta alçıda kalacakmış " diye kolunun kırıldığını anlattı da ben senaryo yazdığını düşündüm. kendileri daha evvel bir pazar günü babasıyla gittiği işyeri ziyareti dönüşü burnundaki bandajlarla yüreğimi ağzıma getirmişti. pencereden sargılı burnu görünce nasıl sokak kapısına yetiştiğimi bilemiyorum. yanına bir gittim ki; bizimki gülerek burnunun altında ve üstündeki yarabantlarını çıkarıyor. korkmamdan da o kadar keyifli ki!!! meğer işyerinde yarabantı bulunca aklına böyle bir fikir gelmiş, memoşun dediğine göre aynaya filan bakmaksızın burun deliklerinin üstüne ve burun kemiğinin üstüne bantları çekivermiş. şimdi aynı numaranın tekrarlandığını düşündüm, doğal olarak.

halamız ( melek abla ) üzüm toplamak için merdivene çıkarken en üst basamaktan aşağı düşüp dizini ( abartmıyorum 50 dikişlik ) parçalamış. keremo da merdivenin yanından kaçmış ve çok korkmuş halası düşünce. dahası halasının düştüğünü diğerlerine de o haber vermiş. hastane ve müdahale aşamalarına da refakat ettiğinden, kendi koluyla ilgili anlattıklarını hayal gücü yardımıyla oluşturduğunu sandım.

meğer koltuğun en tepesinden spaydırmen ( yapımcılarının kulaklarını feci şekilde çınlatırım ) taklidi yapmak için atlayınca direkt sol kolunun üzerine düşmüş ( üstelik kendisi solak ). gecenin onbirinde hastane bulamayıp kasabadan şehire dönmüşler. ertesi gün kontroller filan. çarşamba gece başladıkları yolculuğun ilk iki günü hastanelerde geçmiş. cumartesi de halamızın düşüşü bizimkilerin üzüntüsüne tuz biber ekmiş.

keremo dün gece döndü eve, minicik kolu sargılı sargılı halasının nasıl düştüğünü anlatıyor. çok korkmuşlar, belli. sargılı sargılı sarıldık birbirimize. naz yaptı epeyce, hiç sesimi çıkarmadım. yıkadım usulca, giydirdim. koynuma aldım, kokladım kokladım... öylece uyuyakalmışız. haziran'da bensiz seyahate gittiğinde de aynı şeyi söylemiştim; ben keremosuz kalabilecek kadar büyümemişim. bundan sonra anca beraber kanca beraber ( tam bir tekerleme canavarıyım ben, özlü söz ve de atasözü hatta. ne yapayım, böyle öğretilmişiz ). ekim'de ( inşallah ) yapmayı planladığımız ( henüz açıklamıyorum, netleşsin söylerim ) tatilimiz için hazırlıklarımıza başladık. benim açımdan; yıllardır zaten yapmayı istediğim bir yolculuğa keremo ile çıkmak ayrı bir heyecan unsuru oluşturuyor.

hadi hayırlısı diyorum ve kapanış cümlemi sunuyorum; oğlum öğrendin mi; etki tepki dünyası, zemine doğru ışık hızıyla uçarsan zemin de seni otomatik kapı misali çarpar.

adana'nın yolları taştan, ortopedik sorunlar adamı çıkarır zıvanadan ( hayatımda gördüğüm en çok ortopedik probleme sahip haklı olan ülke ( bu cümle daha kısa kurulabilir miydi? ) mısır. geceleri bile farklarını yakmayan taksiler, frene basmayı bilmeyen sürücüler sayesinde o kadar çok kolu, bacağı kırık olan insan var ki, anlatamam. karşıdan karşıya geçerken ( pek çok yerde trafik ışıkları namevcut ) parapant veya bungee jumping yaparken salgıladığınız kadar adrenalin salıyorsunuz çayıra mevlam kayıra )

şu sıralar oldukça hareketli ve ilginç günler yaşıyoruz, yazıyı yazarken bile etrafımda gündem değişmekte. işbu sebeple, şu andan itibaren alıcı ve vericilerimi kapatıyorum. daha fazla heyecanı kaldıramaz bu yürek.

Hiç yorum yok: