22 Ağustos 2007 Çarşamba

kırığım, kırıksın, kırık


canlarım, size minik kuşun kol kırılır yen içinde kalır hikayesini anlatmadığımı farkettim. neticeye de hazır dün ulaşmışken, konunun dumanı henüz üzerindeyken paylaşıvereyim. yaklaşın şöyle, yorgunum biraz, yüksek sesle anlatmam gerekmesin. üç hafta kadar önce keremo babasının adana seyahatine eşlik etmeye karar verdi ( bu ağva'ya seğirttiğim gezi değil, yeni ). 1 ağustos çarşamba akşamı yola çıktılar. ben de yalnızlığıma balıklama daldım, ilk akşam yine ütülenecek çamaşırlar kabusuyla doldu taştı. perşembe günü sabahtan itibaren keremo'nun bir önceki gün serinlemesi amacıyla bashocan tarafından verilen soğuk suyu içtiği için mütemadiyen kustuğu haberini aldım. akşama doğru, yol henüz bitmemişti ama midesi nispeten düzelmişti. hatta acıktığını, hamburger yiyeceğini, kayseri'de olduklarını anlattı bana. hamburger yeme, Squidward gibi olursun, mantı ye dedim diye telefonu kapadı suratıma. neden kapadın diye mehmet sorunca da " annem vız vız konuşuyor " demiş. annesi olan ben arı mayayım ya! vızıldayıp dururum, vız vız vızzzzzzz...

akşam saat 9 gibi mehmet'le konuştum, keremo'nun ağlama sesi geliyor arka planda, ne oldu dedim. yok birşey, uyutmaya çalışıyorum diye cevapladı. ondan sonra taa saat 11'e kadar telefonunu da açmadı, beni de aramadı. çok huzursuzlandım ve oturamadım yerimde, doğumhane kapısında bekleyen baba adayları gibi evin icinde volta attım durdum.

ertesi gün cuma, keremo anne kolumu sardırdım ben dedi, ağrımasın diye. nasıl yanı dedim, film çektiler dedi, üç hafta sonra açacağız dedi de ben senaryo yazdığını düşünüp kendimi ferahlattım. çünkü benim böceğim bir kaç hafta evvel babasının işyerinde bulduğu yarabantlarını, ayna olmaksızın tam orantılı bir halde burnuna yapıştırmış, bir kaç bant üstüste olunca burun koccaman olmuş. bizim böcek " iyi oldu, annemi korkuturum " diye plan yapmış... eve gelmelerini pencerenin arkasında bekliyordum zaten, palyaço burnunu görünce sokak kapısına nasıl gittim, nasıl kucaklayıp n'oldu burnuna sızlanmasına başladım hatırlamıyorum. bizimki yavaşça bantları kaldırdı ve " şaka yaptıııım " diye sırıttı. mehmet " annen korkar " demiş, " birşey olmaz, birşey olmaz, bayılsa bile sonra kalkar " cevabını almış. yine beni korkutmak istediğini sandım, inanmadım eee yalancı çoban hikayesini bilen adamız.

cumartesi hala huzursuzum ama, nihayet'i aradım, bizim yeğen. nasıl ağlıyor. nasıl... " yenge çok kötü birşey oldu " dedi. ben senkronize iptal. çocuk anlatmaya devam etti; annem üzüm toplarken merdivenden düştü dedi. annesine üzülmem konunun içinde keremo adının geçmemesinin bir saniye sonrasında başladı. " annem,bak kafasını vurmamış, ortopedik rahatsızlık geçer, merak etme " vesair sakinleştirme cümleleri söyledim. sonra cesaret edip keremo'yu sordum, aslında annesi bunca ağır vaziyetteyken utanaraktan. babası, annesi, mehmet, hasan, inci ve benim minik kuzum hep beraber gitmişler hastaneye. hemen onları aradım, keremoyu buldum, konuştum, anne ben iyiyim, halam düşerken kenara çekildim dedi. benim kolum acımıyor dedi. hasan'la konuştum, kerem niye kolundan bahsediyor dedim. yaramazlık yapmasın diye onun kolunu da sardık dedi. çok inandırıcı gelmese de yutturdum kendime, felaket senaryosu yazmamak için. pazarı zor ettim, yola çıkmalarını ve bir an evvel gelmelerini istiyordum çünkü.

saat altı yedi gibi evde oluruz dediler yolcular, ama akşam dokuzda hala kimse yok. on oldu, onbir oldu, saat onbir buçukta geldiler. hemen kucağıma geldi benim kuzu kuzu meeeem. mehmet " koluna dikkat et " diye fısıldadı bana, aaaa bir baktım kol alçıda.

meğer perşembe günü akşamüstü saat beş gibi varmışlar adana'ya, ilçeye daha doğrusu. saat yedi gibi de kuzu kuzu me, kuzini esra ile koşuştururken, spaydırmen atlayışı yaparken evin içindeki mermer çukura düşmüş. evin içinde nasıl çukur olur demeyin. bizde anlamadık. hemen hastaneye koşmuşlar, adana merkez'e gidin demişler. saat dokuzda ağlayan ses, yolda kolunun verdiği acıyla gözyaşı döken kuzumunmuş. bu kısma kadar bir sorun yok, normaldir, olur böyle şeyler diyeceksiniz biliyorum. ama bilmediğiniz devamı...

bir hafta sonra pazar günü bir farkettik ki keremo'nun alçısı kırık, muhtelif yerlerden... hemen hastaneye götürdük, yeniden alçıya aldılar. böylece ikinci alçı dönemimiz başladı. ama az sürdü. yeniçeriler kazan kaldırınca bir kaç gün içinde yeniden alçı kırıldı tabi. hemen koştuk aynı hastaneye;üçüncü alçı dönemimizi başlattık. o da uzun sürmedi, zaten ne öyle ikinci, üçüncü? çok itici.. keremo'da öyle düşünmüş olacak ki; ikinci haftayı devirdiğimiz perşembeden bir gün sonraki cuma günü bir baktık ki alçı yine kırık. şaka gibi. yine aynı hastaneye gittik. doktor pek bir şaşırdı. nasıl kırıyor ki? birşey le mi vuruyor filan diye sordu, bilmediğimizi söyledik. sanıyorum kıt anne baba şeklinde nitelendirdi bizi, ses çıkarmadı. alçıyı hazırlamaya koyuldu. hımm, oniki, yirmidört, hımm yok bunu da kırar şeklinde kendi kendine mırıldandı. birkaç dakika sonra alçıyla beraber yanımıza geldi, alçıyı kola oturttu ve
" normalde çocuklara kırmasınlar diye oniki kat alçı yaparız, bu otuzaltı kat, bunu da kırarsa dogrudan guiness'e gidin " dedi.

hemşireler, hastabakıcılar ve diğer doktorlar hep beraber güldüler. biz gülmedik. bu kol şimdi çok ağır oldu, şişebilir, askıyla boynuna tutturalım dedi. ertesi gün; eczaneler, bahçelievler'deki tıbbi malzeme satıcıları ve nihayet karagül iş merkezi'nde bizim böceğe uygun boy askı bulduk. günlerden cumartesi.. dikkat edin. mehmet " bence bunu da kırar " dedi, bense artık kıramaz diye rahatım. pazar günü akşam zehra geldi bize, ertesi gün konsolosluğa gideceğiz keremo'yla. aaaa, bir baktım alçı kırık. ertesi gün hemen doktora gittik, ortopedist yok, diğer doktor alçı yapmak istemiyor. salı sabah gelin dediler. salı sabahtan gidemedik, ne yazık ki bazı işler çıktı. salı öğleden sonra annem aradı " hemen gel, bu alçısını hepten çıkarmış " dedi. uçarak eve gittim ( süpermenim ya ), öğle uykusundan kalkınca keremo, elinde koca alçıyla anneannesinin yanına gitmiş " anneanne, ben bunu yanlışlıkla çıkarttım, lütfen tekrar takar mısın ? " şeklinde talebiyle. annem aniden keremo'yu elinde bir kol büyüklüğünde alçıyla görünce paniklemiş, neee bu kolunu mu çıkarttı şeklinde. biz ailecek pek bir korkağızdır, aniden höh denilirse, pat diye karşımıza biri çıkarsa filan panik oluruz. işte aynen o panikle annem beni aramış.

bizim oraya yeni ve ultra mega lüks bir hastane açılmış, bundan önceki alçıları yaptırdığımız hastanede akşamüstü doktor kalmadığından bu yeni hastaneye gittik. lobide bir saat beklettikten sonra bizi acile almaya karar verdiler. bu arada sürekli ortalıkta bir ameliyat kelimesi dolaştığından keremo kucağımdan inmiyor ve " anne beni ameliyat mi ettirtcen? " diyip duruyor. aşağıya gitmek için bindiğimiz asansörler yukarıya çıkıyor ve görevliler " oooohoo, bu dana onikinci kata çıkacak da oradan geri dönecek, siz en iyisi boşuna dolaşmayın, burada inin başka asansöre binin " diye bizi üçüncü ve beşinci katta indirdiler. katlar bomboş, bir in bir de cin var, onlar da meşgul, top oynuyorlar. neyse efendime söyleyeyim bulduk bir asansör, ondaki yolcularda nedense giriş katına geldiğimizde inmek istediğimizi düşündüler, az kalsın dolduruşa gelip süper asansör yolculuğuna başladığımız yere dönüyorduk. acile gittik, orada da doktor yok!!! güvenlik ve sekreterya alçı yapamıyor olduğundan, içimden nahoş laflar sarfede sarfede çıktık hastaneden. önceleri alçıcımız olan hastaneye gittik, orada zaten doktor yok. çıktık devlet hastanesi bulalım diye yollara düştük.
bu kez de aklımıza geldi ki bizim özel sağlık sigortamız var ve özel bir kuruma gitmemiz gerekiyor. oooof of. bulduk doktorlu bir hastane güç bela. anlattık maruzatımızı. röntgen istedi doktor, sonra baktı " kaynamış kırık, arık alçıya almamıza gerek yok. zaten çocuk çok sıkılmış belli. ama çok dikkat edin kolunun üzerine düşmesin " dedi.

derin bir ohhh çekerek eve yollandık ve keremo kolunun üzerine düştü. sonrası mı, yazamıycam, bu kısmı bile beni çok yordu.

bir fikir geliştirdim, şöyle ki; keremo'yu ancak ayakta durabileceği bir kafese koyacağım, uyuması gerektiğinde kafesi yan yatıracağım, yemeğini demirler arasından vereceğim, çişini filan zaten aradan kolayca yapar. arkadaşı zaptetmek için daha iyi bir fikri olan ya şimdi konuşsun ya da ilelebet sussun.

hadi öperim hepinizi, sanal olaraktan
( fotoğrafta soldaki keremo, sağdaki spaydırmen. kendisini tanımam şahsen, kefil olmam da. zaten minik kurdum ona özeniyor diye gıcığım bu spaydırın kendisine )

Hiç yorum yok: