4 Ağustos 2007 Cumartesi

çomartesi postası

canlarım, bugün size neşeli bir yazı yazacaktım, planlamıştım kafamda, oooh haftasonunuz iyi geçsin neşelenin filan şeklinde temennileri oluşturacaktı kelimelerim ki; pat diye gündemim değişti. ne yazık ki gri bir yazı bekliyor sizleri, buyrun, şöyle geçin. gözünüze kestirdiğiniz en rahat koltuğa oturun ve dinleyin..
size daha önce anlatmış mıydım; ben hemen kanarım insanlara, inanırın anlattıklarına, çarçabuk güvenirim diye. işte nasıl ki tüm hayatım boyunca bunun ceremesini çektim ve akıllanmadıysam, kalan ömrümde de pek çok kez başımdan aşağı buz gibi sular ( sıcak beni çok rahatsız eder de, bundan kelli soğuk sular dökülsün en azında diye umuyorum ) dökülecektir muhtemelen benim .

hemencecik güvendiğim insanlardan biri, çok efendi, ağırbaşlı, saygılı buna mukabil muziplik de yapabilen bir abimiz. hepimiz gibi türlü türlü sorunlar yaşam(akta)ış, kendince feleğin çemberinden ve de kamillerin rahle-i tedrisinden geçmiş bir zat. o kadar anlayışlıdır ki bize karşı ( ben ve yüksek ), toleransının sınırı yok, daimi eküri şeklinde. ne zaman daralsak yanımızda, ne zaman sıkılsak telefonun öbür ucunda. aile fertlerimizi de tanır, saygı duyar, onlar da hakeza. iş çevrelerinde de çok sevilen sayılan bir zattır. işin uzmanı gerçekten. bazı işsel ve sosyal problemler yaşayınca kendisiyle usulcacık paylaşmakta bir beis görmedik... taaa ki kendilerinin eski bir arkadaşı (!) bu hafta bizi ziyaret edene ve de bizim kendileriyle konuştuklarımızı bize yeke yek açıklayana dek. meğer bizim ağır abi konuştuklarımızı kendisine öyle veya böyle prim yapmak için kullanmakta sakınca görmemiş, paylaştığı kişi şu an bizim iş danışmanlarımızdan biri. sözkonusu başlıkları gerekseydi biz kendimiz de anlatabilirdik, ağır abimizin kendini yormasıne gerek yoktu. hem söyler misiniz kuzum; her ikisi de çeşme başlarını tutmuş, ( kelli felli değil ama ) kafa kağıtları eski basım olan muhterem iki zat neden oturup bizi konuşur? kendimizi mühim hissetmeliyiz bu durumda değil mi? daha evvel de, biteli tam altıncı yıla girdiğimiz bir hadiseyi yine böyle magazin konularının biz olmasına çok şaşırdığımız insanların dillerine pelesenk ettiklerini duymuştuk. o zaman da biz ç.m.ş. ( çok mühim şahsiyet ) miyiz acaba diye düşündüğümüzü hatırlıyorum.

cevabı hazırdı zaten; hayır biz ç.m.ş. değiliz, insanlar bildiklerini paylaşmayı seviyorlar, kendilerine emanet edilmiş, saklanması gereken doneler olduğunu bile bile, her hakkı mahfuzdur yazısının soğan suyuyla bilginin her tarafına nakşedildiğini göre göre. bu ne genişliktir? işte tam bu evrede içimdeki yedek mekanizma devreye giriyor ve şaşırmalarım bayrağı kaptığı gibi fırlıyorlar piste. anlamıyorum bunu, algılayamıyorum daha doğrusu ( kıtım biraz da üzerinize afiyet ) bana ( bir şekilde gizlilikle ) anlatılan bir konuyu, yemeyip içmeyip, anlatanı da tanıyan insanlarla paylaşacağım.. Allah korusun, bunun yerine sır paylaşmasınlar benimle tercih ederim, layık görmesinler, kabul. yeter ki bana güvenen insanları benim şu an hissettiğim gibi bir duruma düşürmeyeyim. güven kaybetmektense para kaybetmeyi yeğlemek teması çok doğru bir yaklaşımdı bence, aynen hayatta da uygulamak lazım, reklamda görüp hislenmek yetmez. güven çok önemli, ona şayan olmak, haketmek, ona göre davranmak olmalı aslolan... postacıdır sadece kapıyı iki kez çalan, başkasını bekleme. ilk izlenimin ikincisi olmaz ( özlü söz bilgimi paylaşmak istedim de sizle )

gidip kolayca başkalarının önüne sermek çok yanlış, çok. nasıl tarif etsem bilmiyorum. benim bünyem sevdiğim, güvendiğim insanlara bir arsa tahsis eder, güven ve sevgi miktarı arttıkça da kalacakları bir yuva hazırlar onlara, sürekli hatırlamak, pozitif enerji ve ışık göndermek için. yaptığım bu evlerden bazıları zaman zaman yıkılıyor ( neyse ki ölen kalan yok, hasar sadece bana, kalbime, beynime, bünyeme. güven ve sevgi fazlalığının yan etkileri bunlar, advers durumlar ) ve ne kadar uğraşsam da evleri yıkılan insanlara yeni barınaklar yapamıyorum. üstelik yıkılan evlerinde pasaportları kalıyor, bir daha benim kalbime giriş de yapamıyorlar. hoş bu durum umurlarında mıdır bilemiyorum ama benim fena halde umurumda. onların yerinde olmak istemezdim ve sevgili okurlarım ( çoğul kullandım, kaç kişisiniz bilemiyorum aslında ama kalabalık olduğunuzu düşünmek hoşuma gidiyor ) söz bir daha insanları konut sahibi yaparken daha titiz davranacağım, sizleri yıkım hikayeleriyle üzmemeye çalışacağım. ama bir vukuat olursa da paylaşmak boynumun borcu. sonuçta bu blogun varoluş sebebi bu, paylaşma(m)k.

sevgiler

not: keremo adana'da, nasıl burnumun direği sızlıyor nasıl ( deviasyonun da etkisi olabilir bu gerçi ). gelsin bir daha bensiz hiçbir yere gidemeyecek. hah haaa, bencil anne işbaşında


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili yazarım bu ağırabi bitmiş ölmüş bu adam yaşadığını sanan zavallı biri
Bu abi şahsiyetini kişiliğini kaybetmiş biri bu insanlar küçük hesapların adamları senin sırlarını anlatırken bazı hesaplar yapmıştır şöyleki bak bende bunları bunları biliyorum gibi.O zaten dostunuz değilmiş bırakın gitsin. Sen buna uygun şu şarkıyı söyle (Boşver giden gitsin sen şarkılar söyle içinden)