30 Temmuz 2007 Pazartesi

temmuzu da yedik



iyi haftalar... iyi temmuz son haftası diliyorum hepinize. şimdiye kadar genellikle eylül gibi " vayyy be, koca sene geçmiş, farketmemişim " diyen ben bu sene ( 2007 itibarıyle farklı biri olacağımı daha evvel anlattığım arkadaşlarım bilirler ) bugün geçen ayların ne çok olduğunu, hızlıca geçtiklerini yakalamış bulunmaktayım. uyanıyorum, uyanıyoruz hatta. evren uyanıyor. hepimiz açıkgöz insanlar olacağız, bu dünyanın anasından emdiği sütü burnundan getireceğiz. ha gayret.

çomartesi deniz'in " aaa yoksa bize mi geliyorsunuz keremo'yla " mesajına kayıtsız kalmamak adına yine onlara gittik ( denizlerde yaşıyoruz sanmayın, aslında çok sık görüşemiyoruz, bu aralar öyle denk geldi ) bizim fareler 5 dakika anlaşma rolleri yaptılar, 1 saat kavga. sonra cengiz'in eve gelmesi bizimkileri iyice fişekleyen ateş oldu. keremo'ya şöyle bir motor turu attırmak için yokuş yukarı cengiz hamle yapınca ardıçcım da çalışma düğmesine basılmış gibi arkalarından koşmaya başladı. ama nasıl koşmak.. deniz evde kahve yapıyor, elimde cengiz'in getirdiği nevaleler, yokuştan aşağı bir vesait geliyor ve ardıç ok yayadan fırlamış hızında ilerliyor. zar zor yetiştim, gerçekten zar zor. " hadi durağa gidelim, taksici motorcu gelince keremo'yu indirip seni bindirsin " kandırmaçıyla kapıya doğru benimle yürümeye ikna edebildim. motor sevdaları bittikten sonra eve girdik. kahve ve kek ikilisi bizi tok tutmasına rağmen cengiz'in deneysel balık çalışması da ağzımızı suladırdığından mutfağa seğirttik. deniz'le benim salatamıza cengiz'in zencefilli balığı ( mezgit ) eşlik etti. balığı soslarken zencefil ilave hiç etmemiştim ben bugüne kadar ama gerçekten çok lezzetli oluyor. mutlaka deneyin. kendisinden tarif isterseniz eminim verir de hatta.

çocuklar her zamanki gibi katı gıdalar yerine meyve suyu içip uzaklaştılar sofradan, aç olmadığımızı iddia eden deniz'le ben neredeyse kılçıkları bile yiyecektik ( açık hava acıktırıyor canım, biz ne yapalım ? ). cengiz çocukları sakinleştirip bize sükunet dolu bir ortam sözü verdi, hemen çay, salıncak, kek hayaline başladık deniz'le... ve cengiz gitti uyudu. herhalde biz yanlış anladık vaatlerini ( aynen politikacılar gibi, bol keseden at dur, icraat vakti dikkati başka yöne çek ). yaşlanıp yaşlanmadığımızı anlamaya çalışarak çay - kek olayına devam ettik. yaşlanma konusunu bizi epeydir görmemiş arkadaşlarla irdelemeye karar verdik, biz birbirimizden anlamıyoruz çünkü, hep aynıyız gibi.


günün sonunda bizimkiler o kadar birbirlerine çemkirir hale geldiler ki, keremo elindeki tüfekle ardıç'ın çene ve boynunu çizdi. ardıç onu duvardan atmaya çalıştı. " tamam hadi eve gidiyoruz, zarar veriyorsunuz birbirinize " çözümümüze ardıç'ın yorumu veriyorum;

ama siz gidince ben burda tek başıma oluyorum ve yalnız oynuyorum ve o zaman çok üzülüyorum!!!!!!!!!

" iyi de birbirinizi yiyiyorsunuz, olmaz gitmemiz lazım " diyecek oluyorum

" yemiycez artık, arkadaş olucaz, kavga etmiycez " cevabını alıyorum. en son havai fişek gösterisini başlatınca deniz anladık ki kapanış saati gelmiş. biz yola koyulduk. ama olmayacak böyle, söyleyeceğim deniz'e her seferinde havaifişek havaifişek. " kardeşim bizim için bunca parayı sokağa atma, üzülüyorum, bir daha gelmem yoksa " diyeceğim.

yolda keremo nabzımı yokladı tekrar ardıç'lara dönme konusunda beni ikna edebilir mi diye. metin durdum, sert ve de kararlı; ikna olmadım. mehmet'i arayıp ( telefon edeceğim zaman sağa güvenli bir yere arabayı çektim ) annemlerde çiğköfte partisi olduğunu, gitmek isteyip istemeyeceğini sordum, daha cevabı duymadan keremo başladı " ben de partiye gitceeeem, ben neden partiye gidemiyor muşum? ben parti çok seviyorum, benim hiç partim yooook " sanki lisan dersinde " parti kelimesini cümle içinde kullan " ödevi vermişiz!
( bir anekdot: bir öğrencim vardı benim; abdullah. ingilizce ve matematik çalışırdık beraber, ama ne çalışmak... mesela derdi ki " abla gel senle iddiaya girelim, ben kazanırsam ders yapmayalım, sen kazanırsan yapalım " iddia konusu abdullah'ın bir insanın yüzüne baktığında ilk sağ göze mi sol göze mi baktığı oluyordu ve inanmazsınız çoğunlukla ben kazanıyordum. bir kez duş alırken annem banyonun kapısından seslenip " abdullah telefonda, dersle ilgili birşey soracakmış dedi. nihayet derslere ilgi duymaya başladı afferim çocuğa diyerek havluya sarınıp çıktım. telefonda abdullah " abla, beyazıt kelimesini cümle içinde kullanmam lazım " dedi. " hımmm, ee beyazıt is a wonderful... " derken ben abdullah sözümü kesti " hayır abla hayır, Türkçe cümlede kullanacağız " abdullar hatta bir problem var galiba duyamıyorum diyerek telefonu kapattım ve duşuma geri döndüm )

eve feryat figan ulaştık. denizlerin bahçesindeyken saçlarına, kulaklarına, tırnak içlerine ve hatta ayak parmak aralarına doldurarak bize getirdiği toprakları bünyesinden ayırırken keremo'ya partinin büyükler için olduğunu anlattım. uyudu. uzun süredir görmediğim dayım da partiye (!) geldiğinden keremo'yu uyur halde mehmet'le bırakıp hemen annemlere gittim. 5 dakika sonra döndüm ve mehmet acıların partisine duhul etti.

ben de kayısılı cheese cake yaptım ( ilham gelmişti de, zat olan değil, hissiyat olan ). sabah kahvaltı - havuz - sohbet triosu saatler geçtikçe yerini temizlik yapma zorunluluğu - süre kısıtlılığı ve üşengeçlik karabasanına bıraktı. ama yılmadım, temizliğimi yaptım, hatta üstüne çorlulu ali paşa'ya gidip elmalı nargileme ( diğerleri ağır geliyor da ) sodamı eşlik ettirttim, açık olan bir kaç kitapçıyı dolaştım, ölümsüzlük peşinde gılgamış'ı aldım. yüksel'le buluştum, birlikte kahve içtik. annemle bugün zwolle'ye gidecek dayıma güle güle ziyaretinde eşlik ettim. eve döndüğümde saat 1:30 olmuştu. yorgunluktan harap ve bitap düşmüş olan ben, yarı canlı bedenimi sürükleyerek yatağa götürdüm. üstüne hafif birşeyler bile örtmeden usulca bıraktım uyusun diye. kendimce çıkardığım dersler; 1) haftasonları çoğunlukla yorucu ( biraz da sıkıcı ) 2) iki küçük çocukla uzun süre seyahat etmeye cesaret edemezdim 3) akran çocuklar birbirlerine güç gösterisi yapmaya bayılıyorlar 4) birisi size fazla güzel vaatler veriyorsa inanmayın 5) uzun yazılar da çok sıkıcıdır, eminim bu mesajı da kimse okumuyordur. hatta maç anlatabilirim bile; mesela final four'da bir keresinde yunanistan ile ispanya karşılaşmıştı. tabi ben ispanyoldum o maçta. son saniyelerde yunanistan öne geçti " neyse, n'apalım, o da konşi " diye kendimi teselli ederken son atakla ispanya maçı almıştı ve çok mutlu olmuştum. hocam buraya kadar okuduysan kesin sıfırı basacaksındır :-))))

not: yukardaki fotoğraf denizlerin bahçe.. neden her hafta sonları orada olduğumuz anlaşılıyordur herhalde :-)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yazılarınızın sıkı bir takipçisiyim ve hergün yeni bir yazı okumak istiyorum ve bugün açtım ve yeni bir konu göremeyince çok üzüldüm lütfen ama lütfen hergün yeni bir yazı istiyorummmmmm.