18 Temmuz 2007 Çarşamba

psikolog musun avukat mı?


bizim bir abimiz var; aynı aile no, cilt no'yu paylaşmıyoruz ama abimiz o. bundan 5 yıl önce çok elim bir olayda benle yüksel'in öfke nöbetlerini sakinliğe çeviren, hırsla kalkmanın insanı sadece rendelediğini öğreten. nitekim bu hırstan içimizden atamadığımız kırıntılar bile bir marangozun rendelediği ahşap parçası gibi bizden kırıntılar götürdü. kırıntıdan ne olacak demeyin. onlar birikiyor. aynen küçük mutlulukların birikmeyip mutsuzlukların koloni oluşturmadaki başarısı gibi..

şimdi yine bir kaos yaşıyoruz kendi içimizde, çözemediğimiz düğümler, veremediğimiz kararlar, kesip atamadığımız hasta organlar bizi ileriye doğru adım atmaktan men ediyor. öte yandan çok durağan insanlar olmadığımız için ( kardeşim balık/balık, ben boğa/aslanım, ne ruh halimiz çözülebiliyor ne de kendimizi toparlamayı başarıyoruz ) huzursuzluk diz boyu arkadaşlar. biliyorum ki her ikimizde satürn transitine girdik. çarptık o duvara. gerçi pek çok insandan duydum; herkes huzursuz ve mutsuzluk denizinden nasibini almış. ama bizimkisi biraz başka türlü. hala hata mıdır, doğru mudur bilemediğimiz eylemler yapıyoruz. bu sıralar kararsızlığımız bile başlıbaşına bir fenomen.

bizim okuldayken yaptığımız bir oyun vardı. uzuuuun upuzun bir lastiği alır, uçlarını birbirine bağlayıp esnek ve büyük bir halka elde ederdik. sonra 15-20 kişi o halkanın içine girip amip şeklinde bahçede dolaşırdık. tabi herkes halkayı başka yöne çekmeye çalışırdı. çok eğlenirdik. gerçekten. ne tuhaf oyunlar oynuyormuşuz. bahçedeki insanlar da bizim düşe kalka bir yerden bir yere gitmemizi izleyerek eğlenirdi. faydalı bir topluluktuk yani. birbirimizi o kadar çok severdik ki; otoriter müdür muavinimiz arife kalender bile orta3 sonrası sınıflar karıştırılacakken içinin bizim sınıfı dağıtmaya elvermediğini ama yapacağı bir şeyi olmadığını ve çok üzgün olduğunu söylemişti. neyse konum çok dağıldı ( aynen kafamın içi de böyle; dağınık dağınık bir sürü oda. hangisinden başlasam bilemiyorum, hoş birini toplayıp diğerine geçtiğimde beriki kendini yine tarumar ediyor )

neyse efendim; işte yüksekle ben bu lastiğin içinde bir o tarafa bir bu tarafa gidiyoruz. ama biz okul bahçemizde değil, pek çok hayvanın ( kimseyi kastetmiyorum ) olduğu bir jungledayız, belki vahşi bir nehir burası bilemiyorum. işte tam bu aşamada oyundan çıkma isteğimizi paylaştığımız oktay abi ( kendisi bizim hakemimiz olur, çok güveniriz ) tutup kendisini alternetiflerimiz konusunda bilgilendirip, başaracağımıza kani olmasını sağlamadıkça oyunu bitirmeyeceğini söyledi. hoppalaaa, böyle bir oyun var mıydı? oyun dediğin biter. olmadı sen çıkarsın.
oktay abi avukatlığın ona öğrettiği trickleri bize kullanıyor, hemen farkettik ama öte yandan da öyle sevecenlikle, bize çaktırmadan bulunduğumuz yerde bir yere tutunmamızı sağlamaya çalışıyor ki; söyledikleri yumru gibi kalıyor boğazınızda. aynı şeyleri bir başkası söylede ben kesin içinden " işkembe-i kübradan atıyor " derim. ama o söyleyince bir dalıp düşünüyor insan. medea'daki chorus gibi. benim böyle bir kaç kişim var, onlar benim sağduyum, başrolü benim oynadığım medea'mın chorusu. tökezlediğimde elimden tutamasalar bile, tutunup kalkabileceğim yeri işaret ederler bana. bu bağlamda zehra'nın da kulaklarını çınlatmak istiyorum; güzel chorus'um benim.
alacağın olsun abi; bugün bize bir şarkıyla neşe kattı, sesi de fena değilmiş hani. eğer avukatlıktan ve alaylı psikologluktan vazgeçerse kesin aç kalmaz :-)))) umarım bunları okursa kızmaz bana.


şarkı aynen şöyle

"... hadi yüreğim ha gayret

hele sıkı dur hele sabret

başını eğme dik tut

bu bir rüyaydı farzet

..."


yeterince motive edici bulmadınız mı; oktay abiyi hemen arıyorsunuz, onun sesinden dinleyince fikriniz değişiyor. haa belki istediğiniz başka bir parçayı da dinleyebilirsiniz ondan,
yeterince ihtiyaç sahibi gibi davranırsanız çok enteresan bir şarkı olmadıkça zannımca.
yarın bize verdiği ipuçlarını yazmak istiyorum. iyilik yayılan birşey. yayılıp başka birilerine de bulaşır belki. yakın bir vakitte de yazılarımda adları geçen insanları tek tek size tanıtmak istiyorum, inanın bana hepsi haklarında tefrikalar döktürülecek yoğunluktalar. ben tanımasaydım onları, şahsen üzülürdüm. sizin üzülmenizi istemiyorum :-)
oktay abi'ye baktığımda pek çok olayda ( çantasını çaldırıp, kendisini üzüntüden hasta edecek kadar başkalarının dertleriyle meşgul olabilen bir şahsiyet ) kahraman rolleri üstlendiğini görüyorum, başkalarının " aman etliye de sütlüye de karışmayalım, ismimiz kötü anılmasın " kaideleri varken oktay abi galyalılarla savaşan asterix gibi; önce zekice cümlelerle karşısındakinin şeytanlarını yokediyor. sonra içindeki insanı bulmaya çalışıyor. her zaman bu kılıfın içinde insan bulabildiğini zannetmiyorum ama takdire şayan çabasını görmemek mümkün değil.
şimdi kendinize güvenerek ne yapıyorsunuz; avukat gerektiğinde de, psikolog gerektiğinde de, canınız şöyle sizi silkeyelip kendinize getirecek bir şarkı duymak istediğinde de onu arıyorsunuz. tabi bu anonsumdan sonra muhtemelen benim şarkılarım bitmiştir ama olsun halkıma faydalı olduktan sonra gerisi mühim değil. kendi şarkımı kendim söylerim. ya da ortaokuldan beri müzik öğretmenlerinin şarkı söylemesini yasakladıkları yüksel'den rica ederim. o çocuk dört gözle böyle bir fırsat bekliyor. gelişmeleri bildiririm. ( ooof of, çok yönlü insan olmak ne zor şey canım, size zorda kaldığım bir durumu ve süpermeni anlatacakken sanata olan ilgimden dolayı nerelere gelmişiz :-) )

sevgiler
( fotoğrafın ne olduğunu merak edenler için veriyorum; en son vapurda, dolunaylı bir akşam denizin görüntüsü. ben çok sevdim, paylaşmak istedim )

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Arkadaşım yaşadığınız huzursuzlukların mutsuzlukların kızgınlıkların aynını bende yaşıyorum ve artık çok yoruldum ve kendimde yaşama dair çabalama gücü bulamıyorum şarkılar dostlar artık etkili olamıyor yani hayat bizi sanırım çok çabuk tüketti.
Yazılarının sıkı takipçisiyim tanıdığım bir gazeteciden çok daha güzel ve etkileyici yazıların
sevgilerimle