8 Ağustos 2007 Çarşamba

öfke patlaması


sinir krizleri geçirir misiniz hiç? en son noktasına kadar suyla doldurulmuş bir balonun, son 1 miligram su ilavesiyle nasıl tarumar olduğuna şahit oldunuz mu? ben arasıra o balon gibi şişer şişer sonunda da patlarım. gerçi esnek bünyem sağolsun oldukça geç ulaşabiliyorum bu noktaya, amma velakin varış kaçınılmaz oluyor genelde.

bazı insanlara karşı daha esneğim, bazılarına ise sıfıra yakın toleranslıyım. küçük bir kıvılcımla bana yaklaşmaları tehlikeli cümlelerimi saçmama sebep oluyor. cümlelerim sözlü canlandırılırken hiç de sizin okuduğunuz gibi masum kalmıyorlar, bilesiniz. camın kırılan yerindeki mavilik gibi değil bizzat kırığın keskinliği gibi oluyorlar. bazen fırlattığım cümlenin önüne geçip muhatabıma siper olmaya çalışıyorum, nafile. söylenen söz, atılan ok, geçen zaman geri gelmiyor.

gerçi çok pişman olduğum pek bir şey yapmadım ben hayatta, Allah çok yardım etti. koskocaman pişmanlıklarım yok geriye baktığımda. çok pişman olacağım şeyleri ( içimdeki şeytan yapmam için beni iteklese bile ) yapamadım, unutamayacağım yerleri ve insanları bırakamadım. müptelalığımı sürdürebilmek için kendimle beraber onları da sürükledim, gittiğim yerlere taşıdım. bir parçamı onlarda ve oralarda bırakmaktan daha kolay geldi. " dağınıklıktan uzak, derli toplu biri misin şimdi, madem tüm parçaların birarada " derseniz cevap veriyorum: hayır. tek kazancım çok sevdiğim birkaç yoldaşımın hala benim kulvarımda olması.

gelin görün ki bu dahi sinir katsayımı azaltamıyor. geçen gün bir arkadaşımın anlattığı gibi aşırı ( kendi normlarımıza göre aşırı ) tüketim toplumu olmamızın verdiği bir tatminsizlik, memnuniyetsizlik var. ne kadar yesek, ne kadar alışveriş yapsak da, duyargalarımızın noksanlığı beynimize " yeter " talimatının gitmemesine sebep oluyor. hepimize uyarlanamaz bir genellemedir bu demeyin, kurunun yanında yaş da yanıyor. kısa bir süre önce bir öfke patlamasına maruz bıraktım kendimi, beni dinlemeyen, dinlemek istemeyen, saygı ve zeka noksanı bir hatun kişi beni zıvanadan çıkarttı. ne demek istediğimi dinlemeden lavlar püskürtmeye başladı, sonunda da bir kaç damla timsah gözyaşıyla iyice sosladı sahnesini. ben alabora olmuş vaziyette ne diyeceğimi dahi bilemedim. onun püskürttüğü lavlar gözlerimden girip kulaklarımdan çıktı sanki. belki saç köklerimden bile hatta. neyse, efendime söyleyeyim uzunca bir zaman sakinleşemedim, sonra sözkonusu hanfendü hakkında başka şayialar duyunca anladım ki ben olmayan bir kişiliğe, namevcut bir karaktere karşı donkişotlaşmışım. donkişotlaşmamalıyım. birbirinin hayatını zehir etmeye çalışmak da herhalde insana mazoşistçe bir zevk veriyor, veyahut sadistçe bilemiyorum. çünkü birini üzdüğümün farkına varıca eşşekler gibi vicdan yaparım ben ve kendimi temize çıkaracak bahaneleri bulamamam, bulsam da yutturamam kendime. şu an anı defterime baktığımda aklıma sadece bir vaka'i vakvakıye geliyor. kendileri hala süregelen bir fenomen hemi de. bu yazıya başladığım gün o kadar asabi cüce pozundaydım ki ( aslında cüce sayılmam, boyum 160 cm, yoksa sayılır mıyım? ) şimdiyse leziz bir haftasonu ve onu takibeden bir gün sözkonusu, sinirim sinmiiiiiş gitmiş. ne yani ruh hali değişimi suç mudur? eğer öyleyse ben suçluyum arkadaş ( lar, çok kişisiniz ya, biliyorum. binlerce okuyucum var benim. öylese hep beraber; ......... )

öpüldünüz ( hepiniz ayrı ayrı ve kendi kişisel sevdikleriniz tarafından. ben hepinizi tek tek öpemem, hayır istemediğimden veya sizi sevmediğimden değil, değil mi ki sizler benim tüm kelimelerime ortak olmaktasınız, ben de kalbimde sizlere yerler ayırmaktayım, amma velakin çok vakit ayırmak lazim. ben evlenirken o kadar çok davetli vardı ki ( aranızdan orda olanlar hatırlar ) hepsini tek tek öp, o kadar uzun sürmüştü ki az kalsın uçağı kaçıracaktık ( ooooof of, lisanımız çok enteresan, bu cümleden bizim hava korsanı ve uçak kaçırma emelli insanlar olduğumuz izlenimini edinmeyin. uçağa geç kalacaktık manasında söyledim )

hayırlı işler, bol güneşler

Hiç yorum yok: