7 Ağustos 2007 Salı

başlıksız


bu sabah haberlerinde biri kamyon kasasında bir çanta içinde, diğeri bir karakol önünde bulunan iki bebeğin haberi vardı. kamyondaki üç günlük öbürü beş. kamera yakın çekimler de yapmış; nasıl şekerler nasıl. melek gibi uyuyorlar. çok güzeller çok. kamyonda bulunan açlık ve sıcaktan bitap vaziyette, iç organları zarar görmüş, kuvözde bebiş. bir iki gün evvel gazetede, kocasının eski eşiyle bağlantısını kesmek için 11 aylık üvey oğlunun üzerinde sigara söndüren, merdivenden yuvarlayan, kafasına sürekli vuran cani geldi gözümün önüne, zavallım bu işkenceye üç ay direnebilmiş, sonra ebedi mekanına geri dönmüş. fotoğraftaki caniyi bütün bu meleklerin kötü kalpli annesi yaptım.

( hepsi adına şahsi sanal dünyamda epey hırpaladım itiraf edeyim, hırpalamanın biraz ötesine geçtim, hastaneye gitmesini nafile kılacak kadar zom zom diye vurdum ben de onun kafasına. konuşarak canilikten vazgeçirmek istemiyorum. bu, dünya değiştiren bebişin acısını yok etmeyecek. hatta bebeğin mesajının bizlerin ne kertede vahşileşmeye başladığımız, insan suretinden çıktığımız, sadece yaratılmış insanlar olduğumuz, eksik olduğumuz ve tamamlanmamızın imkansız olduğunu anlatmak olduğunu düşünüyorum. mesajını bıraktı ve gitti... umarım daha mutludur, çevresinde kendisini seven, öpüp koklayan melekler vardır )

çocukların içinde yeraldığı olaylar beni çok üzer, hatta sadece onlar üzer. iki kazmanın yolda birbirini bıçaklaması değil geride kalan küçümenlerin gözyaşı bence trajik olan. keşke çocuklar hiç ölmese, hiç acı çekmese, kalpleri kırılmasa, hayat onlara mümkün mertebe istediklerini sunsa. pınarcık katliamında - kundağında olduğu halde - karnına yediği kurşunla hayatının ilk ve son pozunu veren bebiş gözümün önünden gitmiyor. sokaklarda çalıştırılan çocuklar, akla hayale gelmeyecek kötülükler yapılan çocuklar, ırk, din, dil, renk ayrımı yapılmaksızın hepsi melek. hepsi dünyaya ödül olarak gönderilmişler, bizim için, bize hediye, bize emanet. hırsların dokunmasıyla kirlenmemişler, açgözlülük kulaklarından fışkırmıyor, kıskançlık tabiatlarında yok ( sonradan ediniyorlar bu hissi, "adaletin bu mu dünya" çığlıklarıyla beraber ). saflar, misler gibi de temiz.

hepsini evlat edinmek, hepsine manevi ebeveyn olmak, korumak, gözetmek mümkün değil gibi görünse de herkes elinden geldiğince duyarlı olsa o küçümenler bunca hırpalanmayacaklar. benim köpek fobim var, buna yavru köpekler bile dahil. birgün korkularımın yavru köpekleri de içerdiğinden bahsederken ( keremo da çok minikti o zamanlar, on - onbir aylik ) bir arkadaşım " yavru köpeklerden niye korkuyorsun ki? mesela kerem beni tehdit etse, ne kadar ürkütücü olabilirse yavru köpek de aynı miktarda dehşet salabilir " demişti. köpek fobimden gelmeye çalıştığım nokta çocukların tehdit, tehlike, negatif iyon içermemelerinin yanı sıra hayatı güzelleştiren, anlamlı kılan pek çok niteliğe sahip olduklarıdır. sürekli açık duran ve hep sayfaları değişen bir kitap gibi, mırıl mırıl kedimiz gibi, yağmurlar gibi bereketli ve en kalpsiz insandaki yumuşak, sevgi dolu iç organları ortaya çıkarabilecek kadar sevecenler.

bir keresinde eski evimizin önüne kurulan pazarı gezerken zabıtalar limon sepetine el koydukları için ağlayan bir çocuk görmüştük. annem, aynur ve ben hemen çocuğu teselli etmeye çalıştık, az biraz başarılı da olduk. kış vakti olduğundan " gel bize biraz birşeyler ye " dedi annem. çocukcağız bizimle yukarı çıktı, kapıda bekledi girmedi içeri. nedenin sorduğumuzda çoraplarının pis olduğunu söyledi. zor bela ikna ettik, bu kez de pantolonunun kirinden dolayı koltuklara oturmadı ta ki annem otoriter tavrını takınıp onu mecburen oturtana dek. uzunca hikayesini anlattı, vanlı, onüç çocuklu bir ailenin en küçüğüymüş, çalışmaya akrabalarının yanına gelmiş, orada barınamamış vesair... ısındıktan sonra izin isteyip gitti. sonraları ne zaman bizi pazarda görse bedava limon vermeye çalıştı. biz taşındık, akibetini bilemiyorum. umarım iyi insanlar ve olaylarla karşılaşmıştır.

her biri ayrı mucize, kelimelerim yetersiz kaldı, boğazımdaki düğüm konuşmama da müsaade etmiyor. aklıma sabah haberlerde söylenen son cümle geliyor; eğer kendilerini istemeyen öz anneleri gelip hastaneden almazsa bu bebekleri kendilerini saracak başka bir kucak çıkmasını bekleyecekleri bir kuruma verilecekler. " kendilerini istemeyen öz anneleri "... anneler muhtemelen çok zor durumdalar yoksa hiçbir anne çocuğunu bırakamaz, Allah'ın işine de karışılmaz tabi de bu bebişlerin günahı ne? hemşireler, anneleri olmadığı için bu iki bebeğe daha fazla ihtimam gösterdiklerini söylediler, gözleri dolu dolu.

bebekler ölmesin, yalnız da kalmasın, üzülmesinler de, hasta olmasınlar, mutsuz olmasınlar, dondurma ve şekerlemeleri hiç bitmesin. sevgiye hiç aç kalmasınlar inşallah.
içinizdeki bebek de hep yaşasın, lütfen ona da ilgi ve sevgi göstermeyi unutmayın, bugün kendinizi üzmemeye çalışın, endişelenmeyin, olumlu düşüncelerle doldurmaya çalışın içinizi, sizden daha kötü durumda olan bu sabah hakkında haber yapılan iki bebişi düşünerek. siz iyi olun ki başkalarına da faydanız dokunsun çünkü bence iyilik bulaşıcıdır...

Hiç yorum yok: